Acaba bilme arzusu uğruna sanatın oyuncağı olup bir sürü belalara göğüs germenin tasvir edilemez mutsuzluğunu nasıl ve ne yaparsam bertaraf edebilirim. En azından bunu dillendirmenin bir yolunu bulsam...
Ve zeytinin okunaksız ama çağlayanlar kadar güçlü alfabesini geride bırakmak üzereyiz. Sessizleşiyor, sarkıtıyor gümüş kollarını, ışık kumsalına gömülüp kalıyor. O zeytin pencereleriyle zırhlı evden bir daha görür müyüm?
Kafamın içi uğul uğul. Kollarımda karayağız bir atın boynu. Sarılmışım, al beni götür beni atçık diyorum. Ve ben, doludizgin, benim olmayan bu garip atla geceye dalıyorum. Gecenin koyu rengi açılıyor, birden güneşin batmakta olduğu bir denizin kıyısındayım. Elimde sımsıcak ipekten bir bohça var. Beceriksizce kırdığım yıldızı bu bohçaya koyup dürmek zorunda kaldım. Kıymıklar gözümden, göğsümden çıkmış, yakıyor. Elimi göğsüme götürüyorum, parmaklarım yanıyor. Kopmuşlar gibi bir acı, parmaklarımı rüzgâra tutuyorum.