Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İbn Aşur (Muhammed Tahir bin Aşur)

İbn Aşur (Muhammed Tahir bin Aşur)İslam Hukuk Felsefesi yazarı
Yazar
8.6/10
5 Kişi
13
Okunma
5
Beğeni
1.686
Görüntülenme

En Eski İbn Aşur (Muhammed Tahir bin Aşur) Gönderileri

En Eski İbn Aşur (Muhammed Tahir bin Aşur) kitaplarını, en eski İbn Aşur (Muhammed Tahir bin Aşur) sözleri ve alıntılarını, en eski İbn Aşur (Muhammed Tahir bin Aşur) yazarlarını, en eski İbn Aşur (Muhammed Tahir bin Aşur) yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İslâm'ın, “Allah’ın fıtratı” şeklinde nitelenmesinin anlamı, getirdiği esasların fıtrattan olmasıdır. Benîmsenmiş ve yaygın erdemlerden olan diğer usül ve füru (esaslar ve ayrıntılar) bundan sonra gelir. İslâm, bu esasları getirmiş ve onlara teşvik etmiştir, çünkü bu esaslar, insanlıkta yerleşen ve zarardan sâlim olarak iyiliği arama amacından doğan “iyi âdetler” olup, fıtratın esaslanyla ilgilidir. Şayet fıtrat, kendi başına bırakılırsa, âdetleri ne benimser, ne de zıddına olanları reddeder. Meydana gelince de, fıtrat âdeti tercih eder. Bunun için, fıtratın yanında yer almış ve o güzel bulunmuştur. Çekingenlik (haya) ile dobra dobra konuşmak (vikâha) bunun örneğidir. Bu ikisi, başkasına zarar vermek üzere eyleme dökülmeyince, fıtratın tanıması açısından eşit durumda olurlar. Bazı bilgeler -meselâ Yunanlı Diyojen (mö. 523-412)dobralıkla ve sözünü sakınmazlıkla tanınırlardı. Fakat biz, genelde insanlann hayayı sevdiğini görüyoruz. Böylelikle o, güzel âdetlerden biri olur, kişinin ve toplumun ıslâhında birtakım faydalar doğmasına da elverişli bulunur. İşte bunun için haya, İslâm'ın bir şiarı olmuştur.
“İnsanların hakları” demek, “Yeryüzünde ne varsa, hepsini sizin için yaratan odur.”(Bakara 29)âyet-i kerîmesinde de ifade edildiği gibi, Allah Teâlâ’nın yeryüzünde yarattığı insanların, onun üzerinde mevcut olan şeylerden faydalanma şekilleri demektir?^ Bu zikrettiğimiz âyet-i kerîme, yeryüzünde ne varsa hepsinin insanlığa has kılındığını kısaca bildirmiştir ki bu, açıklama ve ayrıntıya muhtaçtır. Eğer yeryüzünde bulunan şeyler, her durumda ve her zaman bütün insanların arzularına cevap verecek şekilde bol olsaydı, bu takdirde insanların yeryüzünde bulunan şeylerden faydalanma haklarını belirlemeye ihtiyaçları kalmayacaktı. Ancak durum, böyle değildir. Bazı yerlerde, bazı zamanlarda, bazı hallerde arzular, belirli şeylere yönelmekte ve bütün bu arzuların da yerine getirilmesi için, o şeyler yeterli olmamaktadır. Bu, ya talepte bulunanların ihtiyaçlarını karşılamamak kadar az olmalarından, ya da bazısının diğerlerinden daha câzip olmasından, dolayısıyla insanların diğerlerini terkederek bunları elde etmek için aşırı arzuya sahip bulunmalarından kaynaklanmaktadır. Tabiî, bu durumda, az bir meta üzerine büyük yığılmalann olacağı muhakkaktır. Belki de, aynı şeyi elde etmek uğrunda, aynı güç dengesine sahip olan kimseler, birbirlerini tüketecekler,öbür taraftan bir çıkar yolu bulamayan zayıf ve güçsüz kimseler ise bu mücadele içerisinde yok olup gideceklerdir.(Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan , çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar başkadır.Nisa,98)
Reklam
Biz, fıkıh ilmini, İmam Suyutî’nin yaptığı gibi, Tefsirle doğrudan ilgili ilimlerden saymıyoruz. Zira Kur’an’ı anlayıp kavramak, fıkıhla alakalı meseleleri öğrenmeye bağlı değildir. Nitekim Fıkıh, Tefsir ilminden daha geç dönemde ortaya çıkmış olup onun bir koludur. Ancak bir müfessir, tefsirini yaptığı ayet veya ayetler hakkında daha detaylı bilgi edinmek amacıyla fıkıh ilmine ihtiyaç duyabilir, bu da sadece daha geniş malumat edinmek içindir...
Sayfa 96
“...Kur’an okurken, az da olsa okuduklarını anlayarak okumak, anlamadan çok okumaktan daha faziletlidir.”
Sayfa 108
... İlk dönem alimlerinin herhangi bir ayetin tefsiri hakkında bir yorum yapmaları, daha sonra gelen alimlere farklı mana ve yorumlar çıkarmasına engel değildir. Aksi takdirde sonraki alimlerin ayetten çıkardıkları dakik yorumlar peşin olarak reddedilmiş olur. Böyle bir şeyi ise ancak daha sonra gelen mukallitler iddia eder.
Sayfa 110
Batini Tefsirin Reddi
Dersen ki “Doğrusu Kur’an’ın bir Batın manası, bir Zahir manası, bir haddi/tarifi, bir de matlaı vardır” sözlerine ne diyeceksin? Derim ki: “Hz. Peygamberden zikredilen bu rivayet sahih değildir. Hele bu rivayet İbn Abbas’tan geliyorsa terket gitsin! Üstelik kim demiş İbn Abbas’tan böyle bir rivayetin nakledildiğini? Bir de aktardıkları rivayetin işlerine gelen kısmı olup devamını işlerine gelmediği için zikretmiş değillerdir. Zira İbn Abbas eğer kendisine dayandırılan bu rivayet sahihse, sözlerinin devamında, ‘Kur’an’ın zahiri, onun tilaveti, batnı ise onun tevilidir’ demekle zahirin lafız, batnın ise mana olduğunu kast ettiğini ortaya koymuştur.”
Sayfa 128
Reklam
İbnu’l-Arabî, “Ebu Hamid Gazalî, gecelerin karanlıklarında parlayan dolunaydı. Boyunlarda bir inci gerdanlıktı. Onun bu hali, tasavvufa boğulana dek hep devam etti. Daha çok onlarla beraber tasarrufta bulundu ve sonunda hakikatin, gerçeğin dışına çıktı. Bundan böyle görüşlerinde daha çok tasavvufa yer verdi.”
Sayfa 132 - Ebubekir İbnu’l-Arabî (543)
Lokman (a.s.) oğluna nasihat ederken insanlarla hüsn-ü muaşeret (güzel geçinme)in edeplerini açıklamanın peşinden insanın şahsi olarak edebi ile alakalı olan yürüme ve konuşmayı zikretmektedir. Zira yürüme ve konuşma bir insanın edebini gösteren görünen ve bilinen hareketleridir. Kur’an, yürürken ve konuşurken olması gereken edebi öğretmektedir. O da dengeli yürümek ve bağırıp, çağırarak konuşmamaktır. Edeb içinde dengeli yürümenin ölçüsünü veren ayete baktığımızda şunları görüyoruz : وَاقْصِدْ ف۪ي مَشْيِكَ Yürüyüşünde orta yolu tut." (Lokman 31/19) Ayette geçen قْصِدْ kelimesi iki uç arasındaki orta yer; vasat ve adalet manasına gelmektedir.
... “فَجَٓاءَتْهُ اِحْدٰيهُمَا تَمْش۪ي عَلَى اسْتِحْيَٓاءٍۘ قَالَتْ اِنَّ اَب۪ي يَدْعُوكَ لِيَجْزِيَكَ اَجْرَ مَا سَقَيْتَ لَنَاۜ Az sonra o iki kızdan biri haya ve edep abidesi halinde yürüyerek çıkageldi ve ‘Bize sunduğun sulama hizmetinin ücretini vermek üzere babam seni dâvet ediyor’ dedi.” (Kasas, 28/25) Ayette geçen تَمْش۪ي fiili, عَلَى اسْتِحْيَٓاءٍۘ ifadesinin kendisi üzerine bina edilmesi için zikredilmiştir. Zira ayetin başında geçen جَٓاءَتْهُ َzaten gelmeyi ifade ettiğinden ayrıca تَمْش۪ي nin zikredilmesine gerek yoktur. Burada yürümenin haya üzerine bina edilerek zikredilmesinde bu yürüyen bayanın ne kadar hayalı olduğuna bir vurgu vardır. Ayrıca عَلَى اسْتِحْيَٓاءٍۘ kısmındaki عَلَى harfi cerri, mecazi bir yükseklik ifade etmekte olup, haya vasfının onunla bütünleşmiş olduğunu bildirmek için kullanılmıştır.
Çünkü Kur’an, kıssaları suredeki münasebetini dikkate alarak aktarır. Bu da ona iki özellik kazandırır. Biri burhan, diğeri de açıklayan olmasıdır.
Sayfa 254
26 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.