Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Kadî Abdülcebbâr

Kadî AbdülcebbârTesbitü Delailü'n-Nübüvve yazarı
Yazar
9.0/10
5 Kişi
34
Okunma
10
Beğeni
2.174
Görüntülenme

En Eski Kadî Abdülcebbâr Gönderileri

En Eski Kadî Abdülcebbâr kitaplarını, en eski Kadî Abdülcebbâr sözleri ve alıntılarını, en eski Kadî Abdülcebbâr yazarlarını, en eski Kadî Abdülcebbâr yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Onlar, develerini ve atlarını ayıplayan kimseye bile sessiz kalamazlarken, ilâhlarını, babalarını ve akıl-larını ayıplayan ve dinlerinin sapık olduğunu söyleyen kimseye nasıl sessiz kalsınlar? Resûlullah, onların arasında tek başına bir adam olduğu hâlde Allah onu onlardan korudu.
Muhâcirler ve ensâra bu iftirada bulunan kimse ile Resûlullah’a aynı iftirada bulunan kimse arasında fark yoktur.
Reklam
[ Hicret Kaçış Değil, Düşmanla Uzlaşmayı Reddetmektir!]
Resûlullah (s.a.), bu büyük mülke rağmen insanların en basit hayat yaşayanı idi ve en sert elbiseleri giyerdi. Bunu, kendisinden sonra halifelerinin giydiği onun iki dânîk [dirhemin altıda biri] değerindeki hırkasında, su tasında, yüzüğünde ve ailesinin ve yardımcılarının sahip oldukları her şeyde görebilirsin. Resûlullah, aynî ve nakdî hiçbir şey bırakmadan vefat etti. O, bir saray inşâ ettirmedi. Onun, yeryüzünde dikili bir ağacı yoktur. O, kendisine bir nehir yaptırmadı ve kendisi için bir pınar kazdırmadı. Ailesini ve ashâbını da böyle olmaya teşvik etti.
Sayfa 88 - T. C. Türkiye Yazma Eserler Kurumu BaşkanlığıKitabı yarım bıraktı
Talha, Turan ve diğer çerçöplere reddiye
[189] Resûlullah’ın (s.a.), Mekke’de gerçekleşen âyetlerinden/mucizlerinden biri şudur: Resûlullah (s.a.), onları [ Kureyş’i] bir araya topladığı, onlara öğüt verdiği, kendisine tâbi olmaya ve üzerinde bulundukları babalarının dinlerinden ayrılmaya davet ettiği zaman, onun sözünü reddettiler ve birbirlerine koşarak şöyle dediler: Gidin ve
Reklam
muhteşem
Görüşleri üzerinde en çok ittifak edilen Mu‘tezile âlimidir. Hocası Ebû Abdullah’ın aksine kitaplarında ihtisar, derslerinde bast (genişçe açıklama) metodunu benimsemiştir. Bu metotla yazılmış kitapları o kadar benimsendi ki insanlar, artık eskilerin kitaplarını aramaz ve istinsah etmez oldular. Onun için “Kâdî’nin kitapları öncekileri neshetti” denildi.
.... müşrikler, yahudiler, hıristiyanlar, Farslılar ve Mecûsîler, ona düşmanlık, onu ele geçirme ve öldürme konusunda tek el gibi oldular. Onlar kin, kibir, zor kullanma ve intikam alma hususunda insanların en şiddetlisi idiler. Onlar, develerini ve atlarını ayıplayan kimseye bile sessiz kalamazlarken, ilâhlarını, babalarını ve akıllarını ayıplayan ve dinlerinin sapık olduğunu söyleyen kimseye nasıl sessiz kalsınlar? Resûlullah, onların arasında tek başına bir adam olduğu hâlde Allah onu onlardan korudu. O, ölüm meydanında, korku çukurunda, yetimliğin ezikliği ve yalnızlığın ıssızlığı içinde onlardan kaçarak herhangi bir mahlûka sığınmadı. O, bu hâlde iken Allah onları ondan uzak tuttu. Onun nübüvvetinin âyetlerinden ve delillerinden sadece bu olsaydı, yeterdi ve artardı bile! Çünkü bu, birçok gaybî bilgiyi haber vermektir. Nitekim o, onları kızdıran ve öfkelendiren şeyleri getirmesinin yanı sıra, bütün Kureyş’in, bütün Arapların, bütün yahudilerin ve bütün hıristiyanların her birine “Siz beni öldüremezsiniz!” demiştir. Resûlullah, bu sözleriyle sanki onları kendi üzerine saldırtıyor ve onları kendisine kötülük yapmaya sevk ediyordu. O, bütün bunları onlara söylüyordu fakat kimse ona zarar veremiyordu. Bu, yeterli ve açık bir delildir.
[23] Resûlullah (s.a.), âfâk (ufuklar) ile “İslâm’ın oralara galip geleceğini ve davetinin oralara ulaşacağını” murad ediyor. Çünkü Resûlullah (s.a.), bunu henüz Mekke’de nübüvvet iddiasında bulunduğu zaman va‘detmişti. Müşrikler ise, “ Muhammed, âfâk’a (ufuklara) galip gelmeyi mi arzu ediyor? O, Mekke’ye, hatta Mekke’nin bir evine bile galip gelemeyecektir.” . . . [24] Allah’ın şu âyeti de bu mânadadır: İnsan aceleci olarak yaratılmıştır. Size yakında azâba dair alametlerimi göstereceğim. Şimdi siz acele etmeyin (Enbiyâ, 21/37). Resûlullah (s.a.), dininin muzafer olacağını ve ashâbının galip gelip düşmanlarını öldüreceklerini söylediği zaman, müşrikler bunu uzak bir ihtimâl görerek imkânsız buldular. Bunun asla gerçekleşmeyeceğine dair yemin ettiler. İşte bunun cevabı olarak, “İnsan aceleci olarak yaratılmıştır. Size yakında azâba dair alâmetlerimi göstereceğim. Şimdi siz acele etmeyin.” (Enbiyâ, 21/37) diyor. [25] Allah’ın şu âyeti de bu mânadadır: Şimdi şunlar (yani Kureyş), bunları inkâr ederse, (bilsinler ki) biz, bunları inkâr etmeyecek bir toplumu, onlara vekil bırakmışızdır (En‘âm, 6/89). Âyetteki hâulâi [şunlar] kelimesinden maksat, Resûlullah’ın (s.a.) düşmanlarından Ebû Cehil, Ebû Leheb, Ukbe b. Ebî Mu‘ayt, el-Velîd b. el-Muğîre, el-Âs b. Vâil ve benzerleridir. Böylece Allah, Nebî’sini teselli etmiş ve ona kendisine itaat edecek ve tâbi olacak bir topluluğu müjdelemiştir. Gerçekten de muhâcirler ve ensâr, Allah’ın va‘dettiği gibi onun emrine girmiştir.
Biz, Muhammed’in (s.a.) nübüvvetine, o reis olacağı, taraftar edineceği ve ordu sahibi olacağı için inanmadık. Biz, o cârî olan âdetin dışında, hatta âdete muhâlif olarak bu işler olmadan önce haber verdiği için inandık. Çünkü o, tek başına ve ücretle çalışan bir fakir iken insanlara geldi ve onları kızdırdı, öfkelendirdi, onlarla mücadele etti ve onlar da ona düşman oldular. Böyle bir durumda onlara, mağlup olacaklarını ve kendisinin onları mağlup edip muzafer olacağını haber verdi. Onlar da ona, “Bilakis biz seni mağlup ederiz ve sana gâlib geliriz.” dediler. Tedbir ve işi sağlama almanın gereği, onun değil kâfirlerin galip olmasını gerektirirdi. Ancak Allah tarafından gönderilince ve Allah’ın elçisi olunca durum değişir. Çünkü müşrikler, yahudiler, hıristiyanlar, Farslar ve Mecûsîler, ona düşmanlıkta, onu öldürme, onun nûrunu söndürme ve ona tâbi olanlara mâni olma hedefinde tek el gibiydiler. Asker, hayvan ve silah, onun değil düşmanlarının elindeydi. Fakat iş, haber verdiği ve açıklandığı şekilde onun söylediği noktaya ulaştı.
Reklam
[39] Ensâr -Allah onlardan razı olsun- aslı Yemen’den gelen güç, kuvvet ve mal sahibi, kudret, sayı ve silah bakımından güçlü iki büyük kabîleden oluşuyordu. Onlar, Resûlullah’a gelip gittiler, onun davetini ve delillerini dinlediler, kendilerinin ve babalarının sahip olduğu dinlerinden uzaklaşarak mallarını ve canlarını vermek, ona itaat
Daha sonra 4 halifenin de aynı yaşamı sergilediğini anlatıyor
Resûlullah, insanların uğruna birbirlerini boğazladıkları, birbirlerini yaraladıkları ve birbirlerini yok etmeye çalıştıkları şeyler hakkında insanların en zâhidi idi. Resûlullah (s.a.), Yemen’in en uzak noktasından Umman denizine, Hicâz’ın en uç noktasına ve Irâk vâdilerine kadar sahip olmuş ve her birinin şânı büyük olan beş kral arasında taksim edilmiş olan Arap yarımadasına hâkim olmuştu. Pek çok kral kendisine hediyeler göndermişti. Fakat o, bunların hepsini toplayıp başkalarına dağıttı. Kendisini ve ailesini bunlardan uzak tuttu. Resûlullah (s.a.), eşlerini “Allah’ı, Resûlü’nü ve âhiret yurdunu tercih etmek” ile “mut‘a ve güzellikle salıverilmek sûretiyle dünya hayatı ve zînetini tercih etmek” arasında serbest bıraktı. [61] Resûlullah (s.a.), bu büyük mülke rağmen insanların en basit hayat yaşayanı idi ve en sert elbiseleri giyerdi. Bunu, kendisinden sonra halifelerinin giydiği onun iki dânîk [dirhemin altıda biri] değerindeki hırkasında, su tasında, yüzüğünde ve ailesinin ve yardımcılarının sahip oldukları her şeyde görebilirsin. Resûlullah, aynî ve nakdî hiçbir şey bırakmadan vefat etti. O, bir saray inşâ ettirmedi. Onun, yeryüzünde dikili bir ağacı yoktur. O, kendisine bir nehir yaptırmadı ve kendisi için bir pınar kazdırmadı. Ailesini ve ashâbını da böyle olmaya teşvik etti.
Eğer düşünen ve ibret alan kimsenin amacı öğrenmek ve anlamak ise, Allah’ın (a.c.), Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz (Âl-i İmrân, 3/110) âyetine mürâcaat etmeden önce, bir nebî ile arkadaşlık yapmış olup da onlardan [sahâbeden] daha zâhid, daha takvâlı ve daha bilgili bir topluluk olmadığına dair bilgiye ulaşır. Resûlullah (s.a.) ve ashâbının gayesi dünya ve mülk olsaydı, işin başında zühdden bahsederler, hâkim olup gücü ele geçirdikleri zaman da, dünya, mülk ve dünya metaı taliplerinin gittikleri yoldan giderlerdi. Gücü ele geçirdiklerinde, fazla beklemeden sırlarını ve içlerinde gizlediklerini açığa vururlardı. Çünkü âdet böyle cereyan etmektedir ve tecrübeler hep bunu göstermiştir. İnsanları kandırmak için şekilden şekile giren, onlardan korktuğu, çekindiği ve onlara dost görünmek için sabreden kimse, gücü ele geçirip imkân bulduğu zaman değişir, daha önceki hâli ortadan kalkar ve içindeki açığa çıkar. Resûlullah (s.a.) ve ashâbının durumu hiç değişmeden aynı tarzda devam ettiğine göre, araştıran ve düşünen kimse onların gizlilerinin açıkları ve içlerinin dışları gibi olduğunu bilir.
161 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.