"Mirov ku bi zimanê xwe re nebendewar be, nikare îdîda bike ku ew ji welatê xwe hez dike! Kesê ku giringiyê nede zimanê xwe, di jîna neteweyîyê de dike!"
Jandarmaların ayak seslerini duyup toparlandık. Saat akşamın dokuzuydu. Aceleyle amcalarımın ellerini öptüm. Onları idama götürürlerken arkalarından baktım. Amcamın sesini bir kez daha duydum:
"Yiğit ol, dürüst ol, olgun ol ki yolun vardığında hür ve muzaffer olasın."
Mahkûm arkadaşlar çimenlikte oturmuşlardı. Firara teşebbüs edip subay karşısında beni mahcup etmelerini istemediğim için yanlarına gittim. Hepsinin gözlerinde subaya minnet pırıltıları vardı. Bu minnet, bu saflık değil miydi kendilerini bunca zamandır sömürenlere kardeş gözüyle bakmalarının sebebi?! (Osman Sebrî sürgün yollarında Antep'e götürülürken dayısı sayılan Hacî Bedîr Beg'în iyiliği dokunan bir subayla karşılaşıyor. Bu iyiliğin borcunu ödemek için subay da Osman Sebrî ile beraber 13 kişinin kelepçelerini çözdürüyor. )