Anılar öldüremez. Dayanamayacağın kadar acıtır, belki. Ona direnebilirsek de bizi içine çeken boğucu bir dehlizden, üzerinde yüzdüğümüz bir denize dönüşür. Mesafeleri katedebiliriz. Ona hükmeder kendi irademizi kabul ettiririz.
Hanzala, ismi, cismi, duruşu çok net. Seyreden küçük bir oğlan çocuğu. Düşmanları da belli: Kısa, şişman, çirkin, dünyayı canları nasıl isterse öyle idare eden adamlar. Sebep oldukları yıkım da çok net.
Naci el Ali, Selahattin gibi siyasi veya askeri bir lider değildi. Düşmanlarımıza galip gelip, Filistin'i özgür kılacağımız savaşta bize komutanlık yapmayı beklemiyordu. Ama çizimleri bizi anlatıyordu. Duygularımı ve bana ağır gelen bana acı veren şeylerin yanında gerçekleşmesini arzuladığım şeyleri keifetmemi sağlıyordu.
Naci el Ali'nin resimleri bizi kendimizle tanıştırdı.
Hanzala'nın babası koca ayaklı çiftçi, çıplak ayaklı, her zaman kahırlıydı,bana babamı ve abilerimi hatırlatırdı. Çünkü her zaman kahır içinde olduklarını bilirdim.
"Nasıl Dayandım? Nasıl dayandık, bir yudum su boğazımıza durup bizi boğmadan akarken?" diyor Tantûralı Rukayye. 1948 ve sonrasında yaşananlar için söylese de bugüne, bugünün insanına sesleniş gibi bu satırlar. Tantûra, Filistin 'in Hayfa iline bağlı bir sahil köyü. 21 Mayıs 1948' de işgal ediliyor. Köy halkının çoğunluğu
"Hanzala, ismi, cismi, duruşu çok net. Seyreden küçük bir oğlan çocuğu. Düşmanları da belli: Kısa, şişman, çirkin, dünyayı canları nasıl isterse öyle idare eden adamlar. Sebep oldukları yıkım da çok net."
Naci el Ali kendisiyle yapılan bir gazete röportajında, Hanzala karakterini Aynu'l Helva mülteci kampından ayrılıp gazetede çalışmak için gittiği Kuveyt'e taşındıktan sonra ruhunu koruyabilmek için yarattığını söylüyordu.