"O halde soru, nasıl kaybolunacağı. Hiç kaybolmamak, aslında yaşamamaktır ; nasıl kaybolunacağını bilmemek sizi felakete sürükler… Önemli olan bütün dünyayı kaybetmek, onun içinde kaybolmak ve bütün bu aşamalardan ruhunu bulmaktır."
Belki de söylenebilecek tek şey, insan kalbinin kapitalist olduğudur. Kapitalist bir kalp için yaşamın özündekilere el koymak ve onları biriktirmek mümkündür; böylece pazarda tekel olmanın güveniyle, mutluluğun kontrolünü ele alabilir.
Kadın özgürlüğü nedense, erkeklerin elindeki ayrıcalıkları ve iktidarı sinsice ele geçirmek isteyen bir hareket gibi algılanıyor; sanki bir tarafın kaybetmeye mahkum olduğu, taraflardan sadece birinin özgür ve güçlü olabileceği bir savaş var ortada. Oysa birlikte özgürleşir ya da birlikte köleleşiriz. Kazanmayı, karşısındakine diz çöktürmeyi, ceza vermeyi ve üstünlüğünü sürdürmeyi planlayan bir zihniyet, özgürlükten çok uzaktır. Bu hedefin peşini bırakmak insanı özgürleştirecektir.
İşte önümüzde upuzun bir yol, belki de binlerce kilometre. Yola çıkmış olan kadın henüz bir kilometreyi bile katetmemiş. Daha ne kadar yürümesi gerektiğini bilmiyorum ama biliyorum ki tüm engellere rağmen geri dönmeyecek. Üstelik bu yolda yalnız yürümüyor. Yanında sayısız erkek ve kadın var, daha farklı cinsiyetlerden insanlar var.
Bir kişiyi tehlikeden kurtarabilirsin,ama değişme ve ölümden kurtaramazsın;savaştan sağ dönen asker başka bir yerde başka biri başka bir şey olur.Katıldığı savaş biter,anıları silikleşir,mensubu olduğu ulus ortadan kalkar,temel yapılar dışında her şey dağılıp gider; evvelce savaşan taraflar olan atomlar bile toprak olmuştur artık;ağaçlara,aşıklara,kuşlara bırakmıştır yerini,bütün o madalyalar başkalarının elinde oyuncak olmuştur,toplar eritilip yeniden kilise çanları yapılmıştır ve ileride bir kez daha başka bir savaşın topları olacaktır.