Selim Gürselgil sözleri ve alıntılarını, Selim Gürselgil kitap alıntılarını, Selim Gürselgil en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
1930'larda Türk Müziği icrası devlet tarafından yasaklanınca halk korsan yollardan Kahire Radyosuna hücum etmiş. Oradan gelen Arap ezgileri öyle beğenilmiş ki, bizde de aynı nağmelerle besteler yapılmaya başlamış.
Köylülükten şehirliliğe geçiş çağında sadece Sultan Çiftliğinin değil, belki tüm Türkiye'nin hemen tüm sosyal hayatı kahvehanelerde dönerdi. Bütün ahbaplıklar, sohbetler, iş ilişkileri, pis işler, akla hayale gelmedik şeyler, hep oralardaydı.
Travestileri üreten sebeb, onların çizgi dışı (vesikasız) eylemleriyle göstermelik mücadeleyi de yanına kor. Ve bunların insanın tabiatının parçası olduğuna inandırır.
Salih Mirzabeyoğlu'nun 1986 yılında yayınlanan romanı...Hemen söyleyeyim, Tilki Günlüğü'ne benzemiyor, onun gibi "ilmî yönü baskın", "zor anlaşılır" veya "karışık" nitelemelerine mevzu değil... Son derece basit, günlük insan ilişkileri ve karakterleri üzerinde, heyecanla okunacak bir hikâye havası
2009 yılı sonunda yayınladığı kitabı, Bhutan'daki hapishane hayatını ve özellikle de kendisine uygulanan "zihin kontrol" işkencesini anlatıyor. Kitabın önemli bir özelliği, mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'na uygulanan TELEGRAM (beyin ve zihin kontrolü) işkencesinin bir diğer çeşidini bizzat anlatması dışında, DÜNYADA BİZZAT KENDİSİNE UYGULANAN BU İŞKENCEYİ TIB ADAMLARI, ASKERÎ UZMANLAR VE HÜKÜMET YETKİLİLERİNDEN DE FAYDALANARAK ANLATAN -TÜRKİYE DIŞINDA- İLK KİTAB OLMASI. Bu mevzu ile ilgili literatürde birçok yayın var, ancak mütefekkir Mirzabeyoğlu'nun İBDA Yayınları'ndan çıkan
Telegram ve haftalık Baran dergisinde tefrika edilen
Ölüm Odası - B-Yedi Giriş adlı eserleri dışında, bizzat kendi üzerinde bu tür bir işkence uygulanan bir kişinin yazdığı bir yayın yok.
- Aşk lüzumsuz bir süblimasyondur (yüceltme)! Hastalıklı, aptalca bir şey!
Freud'un bu teşhisinden sonra, aşk edebiyatı olabilir miydi artık? Tuhaf şekilde onun en son örneklerini komünistler verdiler. Ostrovski falan... Ondan sonra iş "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği"ne döndü. Veya belki ondan daha az kaba, ama ondan çok daha sığ bir edebiyat: Kötü kalbli burjuva babanın iyi kalbli güzel kızının kalbini çalan çatık kaşlı proleter oğlan!.. Hep bu. Aşk hakkında koskoca komünist edebiyatın bulabildiği hemen hemen tek tema bu oldu.
İlkokul biterken, ülke askeri idareden sivil idareye geçmiş, Sultan Çiftliğinin tamamına elektrik gelmekle kalmamış, bazı evlere telefonlar bile bağlanmaya başlamıştı.
Türkçenin bir başka eksikliği olarak, iştikak lûgatleri olmadığı gibi, Batı dillerinde yaygın olan "müteradif kelimeler lûgati" ça lışmaları da yoktur. Bu da dil devriminin ve öztürkçeciliğin Türkçeyi nasıl edebiyat fukarası yaptığını gösterir. Sen burada üç bin beş bin kelimeyi köklerine göre mıncıklarken, elin gâvuru 300 bin kelimelik lûgatiyle karşına gelince tabii ki afallıyorsun. Ondan sonra güzel Türkçemiz çok güzel... Okullarda Osmanlıca eğitimi bu yüzden gereklidir; yoksa bugünkü dil ve kültür iklimi içinde ne edebiyat olur, ne felsefe...