Bir yazar büyük ölçüde okunmak için yazar (tersini söyleyenlere hayran olalım ama
inanmayalım). Gene de, yazar, bizde, gittikçe artan bir biçimde, okunmamaktan başka bir
şey olmayan şu son kutsanmayı elde etmek için yazıyor. Gerçekten de, çok satışlı
basınımızda çarpıcı bir yazının konusunu sağlayabildikten sonra, adını bilip hakkında
yazılacakları okumakla yetinerek kendisini hiçbir zaman okumayacak olan çok sayıda
insan tarafından tanınmayı iyice güvenceye almış demektir. Bundan böyle olduğu şey olarak değil, işi başından aşkın bir gazetecinin verdiği imgeye göre tanınmış (ve
unutulmuş) olacaktır. Demek ki, yazın alanında bir ad edinmek için kitaplar yazmak
zorunlu değil artık. Akşam basınının sözünü ettiği bir kitap yazmış diye bilinmek yeter,
bundan böyle bunun üstüne yatabilirsiniz.
İster büyük olsun, ister küçük, bu ün haksız kazanılmış bir ün olacaktır kuşkusuz. Ama
ne yaparsınız? Bu rahatsızlığın iyi gelebileceğini düşünelim, daha iyi.
Türklük Irklar Birliği Bir Makamdır
Dünya'da huzurlu yaşamın sağlanması için Türk Birliği şarttır.
Türk dili de haliyle bir dil birliğidir. Yaşayan çoğu dil Türk dilinden üretmiş dillerdir.
Irkçılık, mezhepçilik, dincilik, dilcilik bu birliğin kültürünü bozmaya yönelik emperyalist niyetin üretimi bir çabadır.
Batı'da bu konuda
🎯 Türklük Irklar Birliği Bir Makamdır 🎯
Dünya'da huzurlu yaşamın sağlanması için Türk Birliği şarttır.
Türk dili de haliyle bir dil birliğidir. Yaşayan çoğu dil Türk dilinden üretmiş dillerdir.
Irkçılık, mezhepçilik, dincilik, dilcilik bu birliğin kültürünü bozmaya yönelik emperyalist niyetin üretimi bir çabadır.
Batı'da bu
Kendini tamam veremeyen gezgin arkadaş, seni ne kadar severiz de sen gene iğretilikten vazgeçmezsin. Temelli gidemeyen ve temelli kalamayan bütün sevgililer gibi kalbimize hem aşkı hem hicranı salmışsındır. Seni benimsememek için ne gayretler sarf ederiz, nefsimizi nasıl zorlarız. Kendimizi ve etrafımızı kandırmak için tılsımlı mağrur sözler bulmuşuzdur. Deriz ki: " Leylek benim ne kuşum? Yazın gelir güzün gider." Fakat ah!.. Güzün sen giderken içimiz sızlar, kasvetli kışımız başlar. Yazın da özlemeden süzülmüş yüzlerle yolunu bekleriz.
"Bunlar artık geçmişte kaldı," diyorlar, "Çağ bunu böyle istiyor," diyorlar. İyi de nerden çıkarıyorlar bu mantığı? Çağ değer yaratan bir etken değildir, hiçbir çağ da insanlara ve toplumlara tek bir biçimi, tek bir çözümü zorla benimsetememiştir.
Ülkenize yabancılar girecek olursa, açık açık savaşırsınız, ama kendi ülkeniz kendi askerinizin işgaline uğrayınca, iş karışır, aynı kararlılık ve aynı açıklıkla savaşamazsınız, bunu başkalarıyla konuşmak da tatsızdır...