Elinizde 200 yıllık bir büyü tutuyorsunuz..." diyor, kitabın çevirmeni Hamdi Koç. Ancak bu kadar güzel bir özetlenebilirdi.
Hani bazı kitaplar vardır, bittiğinde o kitapla bir daha tanışamayacağınız için üzülürsünüz. Karakterlerle gönülden bağ kurar, vedalaşmakta zorlanırsınız. Hatta son sayfasını tane tane okur, kendinizce "o" kitaba vefa gösterirsiniz. İşte tam da oydu bu kitap benim için. Her bir karakterle özdeşleştim, dertlerine ortak oldum, sevinçlerini yaşadım ve bir o kadar zor vedalaştım.
Bana kalırsa Jane Austen'in en büyük ustalığı bunca olay örgüsü ve karakter zenginliğini olağanca sadelik ve etkinlikle anlatabilmek. Ağdalı ifadeler, süslü cümleler yok. Dümdüz okuyup, "akabiliyorsunuz". Ama sıra kitaptan kopmaya gelince, yapamıyorsunuz. Gün içinde Jane'in sizin için yarattığı, o iki kapak arasındaki dünyaya dönmek istiyorsunuz sabırsızlıkla. O dünyanın bir parçası oluyorsunuz. Sanki o annenin sinir krizleri sizin annenizin krizleri, küçük kardeşlerin umarsızlıkları sizin evinizde olup bitiyor. Bir şekilde içine çekildiğiniz bu küçük evren, okuduğunuz süre boyunca kendine zevkle bağlıyor.