Eğitimci Memurlar 1816 yılında, Finlandiya’nın Rusya’ya ilhakı şartlarından olarak bu ülkeye yeni bir anayasa verilmişti ve Finlandiya Milli Meclisi yeni anayasa hükümlerine göre icra yapıyordu. Çar I. Alexandr, yayınladığı bildirisinde Rusya’nın idaresi altında bulunan Finlandiya’ya verilen anayasaya, gerek kendisinin, gerek de
ŞERİF HÜSEYİN; Arap ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmaları sürecinde hayati önemde rol oynamış bir isimdir. İsmindeki "Şerif", Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) soyundan geldiğini gösterir. Ayrıca da Fatımi hanedanının torunudur. Yani iki taraflı bir asaleti haizdir. Bu iki özelliğinden dolayı Şerif Hüseyin'in Arap dünyasında karizmatik bir kişiliği vardır. Yalnız zeki ve dirayetli bir devlet adamı olmadığı için kullanılmaya da müsait bir insandır. Hem karizması, hem de kullanılmaya müsait olması, Abdülhamid'in dikkatini çeker ve onu 1891 yılında ailesiyle birlikte İstanbul'a davet eder; 18 yıl boyunca da bir daha bırakmaz. Şerif Hüseyin'in İngiliz ajanlarıyla irtibat halinde olduğunu haber aldığı için yapar bunu; onu enterne ederek İngiliz ajanlarıyla ilişkisini de kesmiş olur.
Reklam
Kanuni Sultan Süleyman, kızı Mihrimah Sultanı; zekî, hırslı, geleceği parlak bir devlet adamı olan Rüstem Paşa'ya vermek istiyormuş. Rüstem Paşa bu sırada Diyarbakır valisiymiş. Saraya damat olacağı duyulunca hakkında bir sürü dedikodu üretilmiş.Bunların en önemlisi, Rüstem Paşa'da cüzam hastalığı bulunduğu iddiasıymış. Kanuni, sarayın hekimbaşını çağırarak cüzam hastalığının en çok tanınan belirtisinin ne olduğunu sormuş. Hekimbaşı, cüzamlı bir kimsede bit barınamayacağını söylemiş.Bunun üzerine Diyarbakır'a adamlar gönderilmiş. Bunlar gizlice Rüstem Paşa'nın çamaşırlarını kontrol etmişler ve bu sırada bir bite rastlamışlar. Böylece Rüstem Paşa'nın cüzamlı olmadığı anlaşılmış.Bu olay üzerine devrin bir şaîri şu iki dizeyi yazmış: “Olacak bir kimsenin bahtı kavi, talihi yâr kehlesi' dahi mahallinde onun işe yarar.” (Bir kimsenin bahtı açık, şansı da yaver olursa, onun biti bile yerinde, zamanında işe yarar, yükselmesine yardım eder.)
Aesir, Vanir ve Bazı Krallar İskandinav mitlerinde iki tanrı topluluğu vardır: Aesir (tekili Áss) ve Vanir (tekili Vanr). Snorri’nin Ortaçağ ‘bilge’ etimolojisinin tipik bir örneğini teşkil eden iddiasının aksine, Áss sözcüğü Asya sözcüğünden türetilmiş değildir. Áss sözcüğü, ‘tanrı’ anlamına gelen Germence bir sözcükten türetilmiştir. Bu
İki tanrılar topluluğu arasında yaşanan bu mücadele, Heimskringla’da komşu halklar arasında yaşanan bir savaş olarak anlatılır: Odin, Vanir’le savaşmak için bir ordu kurdu. İki taraf da vatanını kahramanca savundu ve sırayla zafer kazandı. Birbirlerine ağır kayıplar verdirdiler. Birbirlerinin topraklarını yağmaladılar. Ve her iki halk da
Karşılaştırmalı dinler uzmanı olan dünyaca ünlü Fransız bilgin Georges Dumézil, Aesir ve Vanir arasında yapılagelen ayrımın köklerinin çok eski tarihlere dayandığını ve Hint- Avrupa kökenli diğer halkların dinlerinde de bu ayrımın bulunduğunu öne sürmüştür. Dumézil’e göre, Vanir, yaşanan bir savaşın ardından daha üst mevkiye gelmiş olan aşağı
Reklam
70 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.