''Bir deli sadece, asla, bizzatihi deli değil; şehrin hafızasıdır. İnsanlığımızın vicdanıdır. Merhamet adlı bir delikli çalgıdır o. On deliği vardır ney gibi. Ve o öldüğünde bize ses veren delikler bir bir kapanır.''
Bırak hesap işlerini muhasebecilere ve ömrümüzü ev kredilerine sıkıştıran hırsızlara. Bırakma kitap işlerini, zira onlar fena hâlde hayalimizi seviyorlar.
Her gün gözlerimin önünde öldürülen insanlardan kaçtım. Onların ölümlerine şahit olduğumu inkâr ettim. Altında bir ev kıymetindeki arabalarıyla; "yaşam kalitemiz çok düşük", "istediğimiz ülkeye tatile gidemiyoruz" diyen insanların dünyasına kaçtım; hayal gibi yaşayıp gerçekten ölen insanların dünyasından.
Biz, olanca gayretimizle günü yakalamaya, parayı, itibarı, şöhreti, kavgayı, sevmeyi, akıl oyunlarını, kısa ve uzun vadeli hesapları yakalamaya çıkarken bir meczup tutar şehrin üzerine bir kahkaha bırakır:" Yalandır yaşadığınız yalan!" diye.
Gün gelir gücünün yetmediği deli eder insanı. Önce dişini sıkarsın, sonra aklını. Taşı sıksa suyunu çıkaracak nice yiğit, haksızlık karşısında karınca denli küçük kaldığında deli olur!
Kimi doğuştan mecnundur kimi yalan dünyayı gördükten sonra dellenir.
Bir kahvenin insanın içini gevşeten yumuşak dokunuşlarla damakta bıraktığı tada, en sonunda telvenin hafif acılığının karışması, sanki düş bahçelerinde gezen bir çocuğun bahçe çitlerine çarpması değil mi aslında?