“Sevgilim, şu meyve ağaçlarının tepelerini gümüşleyen
Kutsal ay üzerine yemin ederim ki...”
“Yemin etme kararsız ay üstüne sakın;
Yörüngesinde her gece yön değiştiren ay gibi,
Değişken olur sonra senin de aşkın.”
“Ne üstüne yemin edeyim?”
“Hiç yemin etme; ama ille de edeceksen,
O tanrı bilip tapındığım
Sevimli varlığın üstüne et yeminini.”
“Eğer yüreğimdeki sevgi...”
“Dur, yemin etme yine.
Senin varlığın bana sevinç veriyorsa da,
Sevinç duramıyorum bu geceki anlaşmadan;
Pek acele, birden oldu, düşünüp taşınmadan;
Daha ‘çaktı’ diyemeden çakıp da kaybolan
Yıldırım’a benziyor. Tatlım, iyi geceler!
Bu sevgi tomurcuğu, öbür görüşmemizde,
Yazın olgunlaştıran soluğuyla dönüşebilir güzel bir çiçeğe.
İyi geceler! İyi geceler! Yüreğimdeki dinginlik ve huzur
Dolsun senin gönlüne de!”
Aşkın hafif kanatlarıyla aşkım bu duvarları,
Durduramaz sevgiyi çünkü taştan sınırlar,
Hem aşkın isteyip de başaramadığı ne var!
Engel olamaz bana bu yüzden akrabalar.
Yarayla alay eder, yaralanmamış olan.
Dur, şu pencereden süzülen ışık da ne?
Evet, orası doğu, Juliet de güneşi!
Yüksel ey güzel güneş, öldür şu kıskanç ayı,
Sen ondan çok daha güzelsin diye.
Adam sen de, yeni bir ateş söndürür başkasının yaktığını,
Yeni bir acıyla hafifler eski bir ağrı,
Başın döndü mü öbür yana döndür başını,
Başkasının güçsüzlüğüyle iyileşir umutsuz keder,
Gözlerine yeni bir zehir bul ki,
Yok etsin ötekinin zehrini.
Kimi gözyaşlarıyla gülümser, kimi kahkahalarla ağlar. Öylesine büyük acı çekiyorlardır ki mutluluklarının hüzne karışmasına izin vermekten başka çareleri kalmaz.
Benim de kalmadı. Oflaz’ın en başından beri böyle olduğunu öğrendikten sonra...
“Her zaman daha kötü bir hayat vardır. Sen, yaşayamayan tüm insanlar için yaşayabildiğin kadar yaşa. Sınırlardan ve onları aşmaktan korkma. Zincirlerin seni sıkmasına izin verme. Yasını tut ama ne olursa olsun, yaşa.”
Bir gün yeryüzüne düşmüş bir kar tanesi olarak gözünü açarsın,
Karanlıkla tanışır, yoklukla yüzleşirsin.
Ve bir gün biri gelir, karanlığa bir kibrit yakar, daha hızlı erirsin...