Adeta bir enkazın altındaydık. Bir felaketin, çıkmazın, çıkışı kayıp bir istasyonun içindeydik.
Yere ne kadar yakınsak yıldızlara o kadar uzaktık.
Ve çıkışı bulmak için insanlığınızı kaybedeceğimizden henüz habersizdik.
“Bir vampir asla bir kurt adamın karşısına geçip beni gümüş hançerle kalbimden bıçaklarsan öldürebilirsin demez, cebinde tam da bahsettiği silahı taşıyorken.”
“Belki de bu bir numaradır, belki de kurt adamın ona yaklaşmasını ve keskin dişlerini boynuna geçirmeyi bekliyordur vampir. Bilemezsin.” Kaşlarını kaldırdı. “Bir kurt asla aynı etten iki ısırık almamalı, Liva.”
“Hiç beklemediğin insanlardan gelir en büyük darbe. Ellerin ne kadar büyükse o kadar koruyabilirsin başını, kolların ne kadar uzunsa o kadar çekebilirsin sevdiklerini yanına.”
“Yaralarını kapatmak yerine açıkta bırakırsan insanların ellerine kolayca mikrop kapmanı sağlayacak yegâne silahı vermiş olursun. Zehirli iğneyi. İğne asla şehre batırılmamıştır, onu tutan insanlar zehirlidirler.” Çantamın fermuarını kapattım. “Sonra dikiş izi kalır. O iz geçmiyor.”
“Şiiri hep aşkın gıdası olarak düşünürdüm,” dedi Darcy.
“Sağlıklı, güçlü, iyi bir aşk için doğru olabilir. Zaten güçlü olan bir şeye her şey iyi gelir. Ama eğer zayıf, cılız bir eğilimse tatlı bir sone açlıktan öldürür onu.”
Neden böyle güzelsin hala? Yoksa
Ele avuca sığmayan ölüm mü aşık oldu sana?
İnanayım mı, o iğrenç canavarın bu karanlıkta
Sevgilisi olasın diye seni sakladığına?
Gel ey sevecen gece, gel, sevimli, kara kaşlı gece,
Bana Romeo’mu ver, sonra öldüğünde,
Al da küçük yıldızlara böl onu;
Onlar göğün yüzünü öyle bir süsleyecektir ki,
Bütün dünya gönül verip geceye,
Tapmayacaktır artık o muhteşem güneşe.
Aşk körse eğer, en çok gece yaraşır ona.
Gel soylu gece, ey ağırbaşlı karalar giymiş ana,
Gel de öğret bana, nasıl kaybedilir
Bir çift lekesiz bekârete oynanan oyun.