Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.37.24
Ecemm
Ecemm
@Miss_paramedic
Fikirleri seven insanların, zihin açlığı çekmeyecek bir toplumda yaşamak..
twitter.com/miss_paramedic_
Paramedik
159 okur puanı
Mayıs 2020 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Bir Marquez sever olarak " Kolera Günlerinde Aşk" romanındaki büyüleyici tadı bu romanda alamadım
Öykünün ortasında rahatsızlık verici, pedofili boyutunda bir karşılıksız aşk / takıntı hikayesi olsa da konu aslında bu değil. Yaşlılık ölüm ve aşk temalarını Marquez, romanlarında sıklıkla ve ustaca irdeliyor.
Burada da yaşlılığın hüznünü buram buram hissediyoruz. 90 yaşında bir adamın psikolojisine, kafasında yarattığı coşkulu aşkla hayata tutunma çabasına tanıklık ediyoruz.
Gerek edebi anlamda, gerek kurgusuyla beni diğer kitapları kadar tatmin etmese de, kısa ve sürükleyici bir kitap. Kolaylıkla okunuyor..
"Kimsesi yoksa delirir insan. Kim olduğu hiç önemli değildir, yeter ki yanında biri olsun. İnanın bana, insan fazla yalnız kaldı mı tozutur, en sonunda hastalanır.. " syf 75
John Steinbeck'in yoldaşlık, yalnızlık ve umut etmek üzerine yazdığı iç burkan trajik roman, Fareler ve İnsanlar...
Steinbeck'in bu kadar az sayfada bu kadar derin konuları böyle ustalıkla ele alması hayranlık uyandırıyor. Dostluk, sadakat, ezilmişlik, ırkçılık, yalnızlık, umut etmek, hayal kurmak, gücün yozlaştırıcı etkisi,, iyi niyet ve onun doğurabileceği kötü sonuçlar... Bunların hepsi George ve Lennie ' nin hayatlarının bize sunulduğu bu kısa kesitinde dokunaklı bir şekilde işleniyor.
" Bana git demen yeterli !" syf 16
Ahh canım Lennie...
Serenade Für Nadia "
" Kadınlar ne kadar güçlenirse güçlensin, burası 'Erkek' bir ülkeydi.." syf 19
Baş kahramanı bir kadın, yaşanılan şehir Müslüman duası ve Ortodoks ıstavrozu bir arada, iç içe geçmiş dualar, dinler ve kültürler şehri ; İstanbul. Zülfü Livaneli ve Elif Şafak romanlarında sık sık gördüğümüz bir manzaradır.
" İstanbul vefasız bir sevgiliye benzer ; sana hep ihanet eder ama sen yine de onu sevmeye devam edersin" syf 46.
Sert ve çarpıcı bir eser olan Serenad ; tarih bilincimizi uyandırıp, üzerinde yaşadığımız toprakların tarihini anlatırken bunu bir aşk hikayesi ile kurgulayarak bir insanın hissedebileceği bütün acıyı, sevinci, kayboluşu, yeniden doğuşu, utancı, kederi yüreklere nakış gibi işler.
2.Dünya Savaşı'ndaki Yahudi soykırımı, Ermeni-Kürt sorununun yanı sıra Struma ve Mavi Alay facialarında hayatını kaybedenlerin hikayelerini gözler önüne serer. " Geçmişin hesapları, çekilmiş acılar, insan vahşetinin izleri gömülmeli " syf 10
Aşkına, hayatına, vatanına doyamayan binlerce insanın yaşadıkları bu vahşet yürek sızlatıcı. İktidarlığın kara, acımasız yüzünü yalın diliyle bir çırpıda okutan Livaneli'nin şah eseri Serenad olmalı.
" Haklı olanı güçlü kılamadığımız için; güçlü olanı haklı kıldık.."
Dolu dolu, okunmaya değer bir eser.
Yeni bir insanı tanımaya gücü olmayanlar için yeni bir kitap okumak daha iyi bir fikir. En azından yanılma şansımız yok
Okur Takip Önerileri
Dünyanın en güzel romanlarından biri Kolera Günlerinde Aşk... Gabriel Garcia Marquez'in masalsı anlatımıyla gölge gibi silik bir adam olarak tanımlanan Florentina Ariza'nın Fermina Daza'ya, yarım yüzyılı geçen saplantılı bir aşkla kavuşmayı beklemesinin hikayesi...
Tam 51 yıl 9 ay 4 gün boyunca süren tutku, bağlılık, hüzün, aşk.. Bir insanın
"Beni öldürdüler, Wene Hala "
syf 107
Ne tanıdık bildik bir öykü.. Ne yazık ki bizimde coğrafyamız dahil bir çok coğrafya da tekrarı bol olan olaydır namus cinayeti..
Orjinal adı İspanyolca " Cronica de Una Muerte" ( ilan edilmiş ölümün kronolojiliği) olan kitap Türkçe'ye " Kırmızı Pazartesi" olarak çevrilmiştir. Yazar çocukluğunu geçirmiş olduğu kasabada yıllar önce yaşanmış bir cinayetin olayını kendi ağzından anlatmıştır.
Dili ağır, kurulan cümleler uzun ve kısa bir roman olmasına karşın yoğun bir içeriği vardır. Karakterlerin çok fazla oluşu, akılda kalmasına engel bir durum oluşturuyordu. Konu olarak farklıydı ; belirli bir toplumda kadın ver erkeğin yeri, dini, ekonomik unsurlardan oluşan sınıf ayrımı gibi konulara yer verirken, dönemin sosyokültürel yapısını gözler önüne serer.
Daha varlığına alışamadığımız romanın başkahramanı olan Santiago Nasar'ın öldürüleceğini bildiren yazar ; namus cinayetinin toplumun isteğiyle nasıl meşrulaştırıldığını anlatıyor..
" Kırmızı Pazartesi" sıradan bir gün değil ; cinayetin işleneceği gün ve bugünün farkında olan bütün bir kasaba. " Kırmızı Pazartesi" dünümüz ve bugünümüz ; yarınımız olmamalı!
Yazarla tanışma romanı "Kolera Günlerinde Aşk" olmalı bence
Vladimir Nabakov'un dünyaca ünlü eseri, sarsıcı, yer yer rahatsız edici, bir o kadar da edebi, büyüleyici hikayesi. 20.yüzyıl edebiyatından zevk alanların seveceği veya nefret edebileceği bir eser.
Dili büyüleyici bir şekilde kullanmak öyle bir güç ki, bir canavara, en affedilmez olaylara bile başka bir gözle baktırır okuyucuya. Ustaca yazılmış süslü cümleler, kalbinizin kaldıramayacağı şeyleri sakince okutturur. Kitaptaki cinsel içeriği bir kenara bırakabilsek, aslında bambaşka bir aşk romanı olacak bir hikaye. Baş karakter Humbert'ın, Lolita'ya karşı hislerini, yaptıklarını kabul edemesek te, acısını, saplantısını anlayabiliyoruz ya, işte bu da Nabakov'un kaleminin ustalığı. Bu içeriği bile bize okutturup, üstüne üstlük sevdiriyor. İşin en garip yanı ise, bu hislerin sapkınca bir saplantıdan kaynaklı olduğunu bilmesek, Lolita, yaşı kabul edilebilir bir kadın olsa, Humbert'ın anlattıkları için, okuduğum en derin aşk, aşkın en güzel tasviri diyebilecek olmam.
Aslında bir uçta kaybedilmiş çocukluk, masumiyet, parçalanmış bir gelecek ama aynı zamanda derin bir tutku, onun uğruna adanmış zavallı bir hayat... İnsan yazarın yeteneğine hayran olduğu kadar, onun diline aldandığı için kendine de kızıp şaşırıyor.
Önyargılarımla birlikte elime aldım bu kitabı, ama olumsuz düşüncelerimi kırmak zor olmadı. Tekrar tekrar okumak istediğim bir eser " Lolita".
Humbert mevsimlerden fırtınalı geçen bir kış gibi; ben bu fırtınalı kışa ulaşmaya çalışan Sonbahar
" Sonunda yalnızdım ve artık asla yalnız olmayacaktım.."
Stefan Zweig, iyi bir yazar olmasının ötesinde iyi bir psikologtur. Psikoloji alanındaki ustalığını" Satranç" kitabında kusursuz bir şekilde göstermiştir.
Zweig, hiçliğe hapsolma, hiçlik ile yaşama temasını o kadar güzel işlemiş ki, okurken kafamda canlandı herşey, o anı yaşadım. Böyle bir durumda, yavaş yavaş aklımı kaybederken ben ne yapardım diye kendimi sorguladım.
Bu eserde olduğu gibi Zweig'in kendi hayatı da Nazi faşizmi tarafından şekillenmiştir. Ülkesinden kaçmak zorunda kalarak, Brezilya'ya yerleşmiş ve bu kitabı bitirdikten kısa bir süre sonra da arkadaşlarına " Sizler yeni bir gün doğumunu bekleyebilirsiniz, benim buna gücüm kalmadı" diyerek , eşiyle birlikte hayatına son vermiştir. Çok acı doğrusu..
Belki kendi ömrü bir psikolojik buhran içinde geçtiğinden dolayı, bu konuda ki psikoloji analiz, gözlem ve betimlemeleri harikadır. Öykülerindeki o uzun uzun büyüleyici cümleler içerisinde akıp gidersiniz.
Stefan Zweig ile tanışmak için doğru bir eser. Bu kitabı okuduktan Sonra evimde eksik olan satranç takımını bir an önce tamamlamam gerektiğini düşünüyorum :) Siz de kütüphanenizin "Satranç" kitabı eksikliğini tamamlayın
"Tam tersi sanılır ama zaten hayatta normal olan huzursuzluk durumudur, huzur ise çok ender yakalanan geçici anlardır olsa olsa.." Zülfü Livaneli
Çok etkilendim, çok hüzünlendim.. Dünyanın tüm kötülüklerini biz insanlar yaratıyoruz aslında. Ne acımasız, ne korkunç yaratıklarız. Multecilere yaşatılan insanlık ayıbı, Ortadoğu'nun kanayan yarası, sadece tüketime adanmış boş hayatların anlamsızlığı, ezidilerin yaşadığı korkunç zulüm...
Daha ilk sayfalarını okurken içim ürpermeye başladı. "Acı" yı satırlarında somutlaştırdığı için zaman zaman elime almaya çekinir oldum. Yüreğim kaldırır mı daha fazlasını diye.
Bu kitabı okuyup ta kalbi acımayan, kendini sorgulamayan var mıdır? Şiddetle tavsiye ederim. Zülfü Livaneli yine harikalar yaratmış...
"Ma solitude, mon hermitage, mon repos". .
Romanda yüksek sosyeteden, pırıltılı balolardan uzaktayız. Çünkü Oblomov ; yıkılmakta olan bir toplum düzeninin, Rus derebeyi sınıfının çocuğudur.
Oblomov, yaşadığı hayatı anlamayan ya da hayatının hiçbir değeri olmadığını düşünen, insanların hayatın koşturmacası içinde fark edemediği gerçekleri
" İnsan her şeyi unutarak yaşayabilir ama her şeyi hatırlayarak yaşayamaz ." ( Kardeşimin Hikayesi).
Yabancı eserler dünyasına daldığım için yakın tarihin popüler Türk eserleri konusunda epey geride kaldım. Livaneli kaleminden okuduğum ilk kitap . Tüm övgülere layık bir yapıt. Kurgu ve gerçeğin iç içe geçişiyle, aşkın en tehlikeli
"ANNA KARENİNA" kesinlikle bir aşk romanı.
St.Petersburg sosyetesinin en pırıltılı çevrelerinde iyi bir konuma sahip olan, oğluna büyük bir sevgi ; inançlı kocasına saygı duyan, huzurlu bir şekilde yaşayan Anna'nın ihtiraslı bir aşkı Wronskiy ile keşfedişini ve bu yüzden tüm hayatının nasıl değiştiğini anlatan roman bizi soluksuz bir
Elif ŞAFAK beni hayal kırıklığına uğrattı. " AŞK" romanı yıllar önce beni derinden etkilemişti bu nedenle "BABA VE PİÇ" içinde beklentilerim çok yüksek oldu. Toplum sorunlarını, ele almak isteyen bu konuda başarılı bulmadığım bir yazar.
Dümdüz cümleleri, sade dili ve yetersiz betimlemeleri romanı sıkıcı kılmış ve karakterler arasındaki kötü ilişkiler de bana kitabı okumamayı düşündürmüştü.
Ermeni-Türk sorununu ön plana çıkarmış, aradaki düşmanlığı anlatmaya çalışırken Ermenileri Türklere karşı kışkırmaya çalışılmış gibi. Ermeni hakları çok iyi korunuyor kitapta ve Türkler Ermenilere zulüm etmiş gibi bir tutum sergilemiş. Irkçılığı uyandıran bu nokta hiç hoşuma gitmedi.
Milli ve manevi değerlerimize de haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Osmanlı'nın binbir zorlukla aldığı İstanbul, hiçbir şekilde sevilecek yanları olmayan dünü düşünmeyip yarını sorgulamayan, içinde bulunduğu güzellikleri görmeyen, tarihine önem vermeyen karakterler gözünden anlatılmış ve gerekli değeri görmemiştir.
Yazar' ın neden yargılandığını, bu romanın neden bu kadar eleştiri aldığını okuduktan sonra anladım. Okumasanız da bir şey kaybetmezsiniz...
Ya okuduğum her roman büyüleyici ya da ben gerçek bir aşkın varolduğu romanlardan büyüleniyorum.
Döneminde fazla geleneksel bir yapısı olan New York sosyetesinin değişimi ve gelişimi ele alınmış ve bu geleneksellik tutumu yüzünden gerçek aşkın feda edilmesi, insanların benliklerini yitirmesi anlatılmıştır. Romanda çok fazla karaktere yer verildiği için okurken kimin kim olduğunu hatırlamakta zorlandım doğrusu ama dikkatimi dağıtıp kitabı elimden bırakmama neden olmadı. Böyle bir huyum olmadığındandır belki de.
Son sayfalar kalbimi yerinden çıkaracak gibi olurken bir anda koca bir acı yerleştirdi.
Daha önce hiç bu kadar asil bir aşk hikayesi ile tanışmadım. Kesinlikle okumanız gerekir, sizinde üzerinizde hoş aynı zamanda çok acı bir etki bırakacağına eminim.
Hugo'ya hayran olmamı sağlayan bu roman kısa olmasına rağmen bende çok derin izler bıraktı. Okurken sıkılmayacağınız hatta kitabı okumak için daha fazla sabırsızlandıran uzunca ve diyalog şeklinde yazılmış bir ön söze sahip.
Avrupa'nın demokrasiye geçtiği dönem de ortaya çıkan ölüm makinası Giyotin ve onun kurbanı olan ismini ve suçunu bilmediğimiz bir mahkumun idama çıkmadan önce ki ruh hali, keskin bir şekilde anlatılıyor. Bir insanın işleyeceği suç ne kadar ağır olursa olsun, idam gibi bir yaşamı yok eden bu korkunç cezanın topluma ve insanlığa bir faydası olmadığını anlatan yazar ; idamı zevkle izleyen toplumu eleştiriyor.
Basıldığı dönemde eserin yazarının bilinmemesi, kitaba olan merakımı arttırdı ve döneminde toplumda da büyük bir yankı uyandırmıştır. Mahkumla birlikte idam sehpasına çıkmak istedim, bu cezanın yanlış olduğunu haykırmak ve onu bu ruhsal acıdan kurtarmak istedim . Ben iki kez üst üste okudum ve herkesin okuması gerektiğini düşündüğüm bir eser, tavsiye ediyorum ve kitaptan bir alıntı paylaşmak istiyorum ; '' Bir başka sefer, düşünen bir kafayı, bir insan kafasını adalet terazisi dedikleri şeyde tartmaları gündeme geldiğinde, bu yazdıklarım onların belki de daha vicdanlı olmalarına sebep olabilir ''.
Oğullarına düşkün iki çiftçi baba ve iki arkadaş oğul ;
Nihilist bir genç olan Bazarov ve onun etkisinde olan sessiz, uyumlu Arkadi ; ancak Bazarov'un kendisinden uzaklaşmasıyla kimliğine kavuşabiliyor.
Yazarın anlatışı, dönemin fikir çatışmalarını yansıtışı, yeni nesil ve eski kuşak düşüncelerinin uyuşmazlığı açısından önemli bir eser. Aynı zamanda toprak reformu dönemi Rusyasının siyasal manzarasını gözler önüne sererek somutlaştırıyor.. Aşktan biraz uzak ama sürükleyici.
#BabalarVeOğullar
#İvanSergeyeviçTurgenyev
