İran'ın Kafka'si olarak bilinen Sadık Hidayet'i ilk kez okudum. 88 sayfalik kitap olmasına rağmen çok zorlanarak okudum diyebilirim. Bazı sayfalarda "Allah'ım yerimi kaybettim galiba aynı yeri okuyorum." dedigim çok oldu. Kendini tekrar eden bir kitap. Kitapta bir sürü karakter var diye düşünürken bir bakiyorsunuz ki aslinda hep iki karakterin, rüyalarla, gölgelerle, hayallerle, zamansız geçmiş, gelecek birbirine girmiş şekilde çoğaldığını görüyorsunuz..
İlk kısım bir rüya gibi. Anlamıyorsunuz.. ikinci kısma geçince yazarın sancılarını ve bu sancıların sebebini anlıyorsunuz.
Bir kadın, "kahpe" bir kadın, ve bir adamın aforizmalarla dolu hikâyesi..
"Fakat bilmek isterdim, kendisi için öldüğümü biliyor muydu?" Derken acıyı tek başına yaşamanın ızdırabıyla kavrulup, ölümü beklemekten usanan, ölüm ona gelmeyince kendisi ölüme giden bir yazar Sadık Hidayet..
"Korkunç bir şeydi bu: ne tam diri, ne tam ölü olduğumu hissetmek. Bir canlı cenazeydim artık; ne beni diriler dünyasına bağlayan bir şey vardı, nede ölümdeki unutmadan, huzurdan yararlandığım." Derken, ölümü arzularken ahiret denen bir yerin olmamasını da ümit ediyordu için için. Bu dünyaya sigamamis bir adam baska bir dünyanın daha kahrını çekmekten cok korkuyordu.
"Ölüm, ölüm, neredesin?" Derken o kadar üzülürken ona, yan odada ölmesini bekleyen "kahpe"ye de öfkenizi kusacaksınız..
Özetle, kafa yedirten bir kitap.. ruh sağlığınız iyi değilse okumayın derim..
KİTAPLA KALIN 🤗