Ey Türk genci,
Sen ne zaman gerçekten öleceksin, buhran ne, kıpkızıl yanmak ne, ne zaman bileceksin? Ömrün başkasının solgunluğundan sâri bir hastalık gibi kaçmakla geçti, umutsuz olduğun halde umut satanların yanında dolaşmakla geçti, yüksekten, yüceden, heybetten, fedadan korkmakla geçti. Ömrünü bir gecekondu gibi tek kat üstüne kurdun, "Benim ayağım yere değecek" deyip gemiden kayıktan, zevrakçeden bile uzak durdun, sağlığı kaymaklı yoğurtta, tadı tahin pekmez kaşıklamada, acıyı başkasında buldun, ekşilik ve kekrelik pancar pezik turşusuydu sana, dünya bu, sofrası da bu deyip uzandın ona da, adın da kanaatkar oldu, dünyaya bir şey vermemeyi kanaatkarlığınla perdeledin, vermemenin utancını bile böylelikle eledin. Düşünsene o gizlice ama pek sevdiğin Avrupa'yı, nice genç kıydı canına, asarak, vurarak değil, yaşayarak kıydı canına, Absent yeşili, afyon kızılı, şarap buharı, bira buğusu deyip geçtin, Allah sevmez haramı deyip çay üstüne çay içtin, Allah'ın ahmak sevdiğini söyle kimden öğrendin?