Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

282 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Ziggurat
Kitap, isminden de anlaşılacağı üzere ve bu nedenle herhangi bir spoiler değeri taşımayacak şekilde; Françoise'in Marcel'e "Mademoiselle Albertine gitti!" diye haber vermesiyle başlıyor. Bundan sonra da Marcel'in yaşadıkları üzerinden, bir insanın sevdiği birinden ayrılmasının onda yarattığı üzüntünün, yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıklar ile katmanlaşarak bir ıstırap haline gelişini okuyoruz. İnsan, çok sevdiği birinden ayrılınca artık hayatının geri dönülmez şekilde değiştiğini anlar ancak bunun öncesinde yüreğinde tarifi ancak kişinin kendisine ait olacak bir sızı hisseder. Bu sızı, kaybedilen sevgiliyle yaşanılan her anın hatırlanmasıyla derinleşen bir acıya neden olur. Sevgiliyle sıklıkla gidilen cafenin önünden geçilmesi dahi zorlaşır. Eğer acıdan kaçınmak yönünde tercihte bulunmaz ve cafeye girerse kişi, sevgilisiyle genellikle oturdukları masayı zihninde, orada geçirilen anların katmanlaşmasıyla bir Ziggurat haline getirir. Daha sonra bu Ziggurat'a tirmanarak ona ulaşmaya beyhude yere çabalar. Bu başarısız girişimin yarattığı hüzünle sahile çıkar. Çıktığı anda denizden yüzüne sevgiyle beraber yüzmeleri, kumsalda seyrettiği ay, arkadaslarla birlikte yakılan ateşin etrafında sevgiliyle bir battaniye altında sarılarak edilen hoş sohbetler, uzun ve soğuk geçen kışın bahara karşı yarattığı özlemle saatlerce bir bankta oturmayla geçen zamanlar, Gs'in on küsur senedir olduğu gibi yine mağlup olduğu bir FB derbisinde sinirlenerek çıktığında beline sevgilinin kollarının sarıldığı anlar, şiddetli bir kavga sonunda soluğu dalgakıranda içilen Tuborg ekstralarin etkisiyle, yanında oranın müdavimi bir köpekle edilen sohbetler, yine başka bir ayrılığın eşiğine gelindiği vakit sahil boyunca her büfeden alınıp her sokağın başında başlanıp, sonunda bitirilen Efes'ler, sevgiliyle gidilen turlar, geziler, tatiller, onu evine veya yurduna bırakmalar, derste veya dışarda onu seyretmeler, seyredildiğini anladığında yüzünde alan gülümseme ve bunun gibi birçok anılardan sonra nihayetinde bir gün geri dönüşü olmayacak şekilde yaşanılan ayrılık anı geliverir. Bu anda, Ziggurat'a bir adım atmış olduğunu hisseder. Ziggurat'a attığı bu adım onun acıya karşı gösterdiği cesaretin ödülüdür. Çoğu kez hayatımızda yaşadığımız olumsuzluklardan kaçınma yolunu tercih ederiz. Bu şekilde belki bir süreliğine acı duymayiz ama yaptigimiz sadece acıyı, ileride bir an çok daha şiddetli şekilde duymak için ertelemedir. Buna şu örnek verilebilir: Bir kişi, annesini kaybeder. Taziye ziyaretlerinde akrabalarının yanında gayet sakindir ve üzgün görünmemektedir. Bu durum anlaşılabilir. Çünkü Dostoyevski'nin dediği gibi "Akrabalar arasında zorunlu bir sevgi bağı vardır. Oysa sevginin önce hak edilmesi gerekir. İşte bu yüzden akrabalar arasındaki sevgi samimiyetsiz ve iğrençtir." Haliyle onlara karşı yaşadığımız acıyı göstermek de istemeyiz. Gösterilen her acının onlar tarafından bir dedikodu olarak geleceğini biliriz. Öte yandan kişi, akrabalarına göstermediği acısını çoğunlukla yakın arkadaşlarına gösterir. Ama kişi arkadaşlarına karşı da aynı tutumu gösteriyorsa işte o zaman acidan kaçınma yolunu seçmiş olma olasılığı yüksektir. Aradan uzun bir süre geçer. Arkadaşlarıyla bir pubta eğlenirken birden müzik değişir. Yeni çalan şarkının ezgisi kulağına gelmişken, kişinin gözlerinden yaşlar süzülmeye başlar. Sözler gelmeye başladığı zaman ise yaşlar boşalır ve kişi hüngür hüngür ağlamaktadir. Tabi, arkadaşları anlayamaz başta durumu, ancak dökülen bu göz yaşlarının nedeni annesiyle arasında özel anısı olan şarkıyı duymasidir ama bu kadar şiddetli bir tepki göstermesinin nedeni acıyı bunca zaman ertelemesidir. Ertelemek hiçbir zaman bir çözüm değildir. Bilakis Proust'un ifade ettiği üzere "Bir acı, sonuna kadar yaşanmadıkça geçmez." Ancak bir insan, sadece aynaya baktığında gördüğü tek bir kişiden mi ibarettir? Yoksa her biri birbirinden farklı değer yargılarına sahip kişilerden veya benliklerden mi oluşur? Proust'a göre insan, bunlardan ikincisidir. Bununla birlikte benliklerimiz birbirinin üstüne geçmiş hatıralarımızın sonucunda şekillenir. Hatıralarımızın çoğunluğu kullanılmadığı için arka raflara konulmuş kitaplar gibi tozlanır. Ancak yaşanılan acıların ve acıların artmasiyla meydana gelen ıstırap halinin etkisiyle yerinden ansızın çıkar. Bu da insanın yaşadığı andan farklı bir ana geçişine neden olur. Sonuç olarak da ıstıraplarımız hatıralarımızı etkinleştirir; hatıralarımız zaman algımızı değiştirir ve şekillendirir. Nietzsche'nin dediği gibi de "Öldürmeyen acı güçlendirir," ve güçlenen insan da, kaybettiği sevgilisinden izler taşıyan benliklerini, barındırdiklari hatıralarla birlikte tozlu raflara bırakır ve yeni bir benlikle yoluna devam eder. Devam eden bu benlik, kaybedilen sevgiliyi aklına getirince hafif bir hüzün duyar yine de. Ama bu hüzün, cok yakin bir arkadaşın ayrılıkla sonuçlanmış bir aşkın ertesinde duyduğu izdiraba tanıklık edilmesinin verdiği ikincil bir hüzündür. Böylelikle Ziggurat'a atılan bir adım da sevgiliye ulaşmaya yönelik değil, sevgilinin bıraktığı iztiraptan uzaklaşmaya yönelik bir adım olur. Ziggurat'in tepesinde de kaybolan sevgili değil, tozlu raflardaki hatıraların önüne çıkardığı yeni sevgililer veya kaybedilen meçhul zamanlar bulunmaktadır. Bu meçhul zamanlar ise hayat denilen muammadir. Bu muamma; sosyetede gösterişli ve güçlü konumlara sahip olunan hayatlarla, Sodom ve Gomorra ile temsil edilen olağandışı hazlarla, sahip olunan birden fazla erkek benlikleriyle çiçek açmış kızlarda aranılan aşklarla, sahip olma güdüsü yüzünden yaşanılan ve yaşatılan mahpuslukla değil belki de edebiyat üzerinden sanatla anlamlandırılacaktır. _________________ Albertine Kayıp, serinin en kisa kitabı. Bununla birlikte hikayenin hızlandığını görmekteyiz. Marcel'in Zaman içinde sürdürdüğü arayış heyecanını da yükselterek ve daha anlamlı şekilde seyretmektedir. Bu noktada aklıma In The Tall Grace filmi geldi. Stephen King'in kıtabindan uyarlama olan bu filmde, ıssız bir yol üzerindeki mısır tarlasından bir çocuğun yardım dileyen sesi gelir. Bir an tereddütte kalan ciftimiz ise kısa bir süre sonra tarlaya girerler ancak mısırlar insanın boyunu aşacak şekilde uzundur. Haliyle başka unsurlar nedeniyle de etkileyici bir gerilime tanık oluruz. Bu açıdan buradaki yardım çığlığı, Swann'ların Tarafi'nda Marcel'in madlen kurabiyesini yemesine; içine girilen mısır tarlası ise Marcel'in içine girdiği Zaman'a benzemektedir. Son olarak da tüm seriyi şu şekilde tasvir edebilirim: Önümüzde bir tepe bulunmaktadır. Biz de arkasına geçerek ardında yer alan bölgeyi keşfetmek istemekteyiz. Bu tırmanış zirveye kadar zorlukla geçer. Öyle ki sık sık mola vermek durumunda kalırız, hatta geri dönmek isteriz. Ancak zirveye ulaştığımızda önce derin derin nefes alırız, sonra rahatlarız. Ardından da amacımız olan keşfi tepeden ilk olarak kuşbakışi şekilde yaparız. Bu da bizi mutlu eder. Sonra geriye, çıktığımız o zorlu yola bakarız. Bu yol artık bize daha anlamlı gözükür.[Ama anlamlı gözüküyor olması geçmiş kitapların elestirdigim noktaları hakkındaki fikrimi değiştirmiyor. Özellikle Guermantesler Tarafı hakkında ve Sodom ve Gomorra'da değindiğim nokta hakkında] Ve önümüzde artık yokuş değil bir iniş vardır. Hızlanarak inmeye devam ederiz ve indiğimiz her an da kuşbakışi olarak üstünkörü gördüğümüz amacımız kendini daha belirgin şekilde bize gösterir ve bu da bizi tatmin edip mutlu eder. Bence bu örnek üzerinden seri şu şekilde konumlandırılabilir: i)Yokuş
Swann'ların Tarafı
Swann'ların Tarafı
Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde
Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde
Guermantes Tarafı
Guermantes Tarafı
Sodom ve Gomorra
Sodom ve Gomorra
ii) Zirve
Mahpus
Mahpus
iii) İniş
Albertine Kayıp
Albertine Kayıp
Yakalanan Zaman
Yakalanan Zaman
İyi okumalar
Albertine Kayıp
Albertine KayıpMarcel Proust · Yapı Kredi Yayınları · 20202,177 okunma
··
189 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.