Burjuvazi, bugüne kadar el üstünde tutulan ve önlerinde yerlere kadar eğilinen mesleklerin tüm saygınlığını çekip almış; hekimi de, avukatı da, rahibi de, şairi de, bilim adamını da kendi ücretli emekçisi yapıp çıkmıştır.
[...] genel bir hayal kırıklığının iyice koyulaştığı anda yüreğini güçlü, iradesini de kılıç kadar keskin tutabilen biri ancak, işçi sınıfı savaşçısı olarak görülebilir ya da bir devrimci diye adlandırılabilir.
Sendika önceden belirlenmiş bir görüngü değildir. Sendika muayyen bir kurum haline gelir; yani, işçilerin gücü ve iradesini bir politika belirleyip ve bir amaç önerdiği (bunlar sendikayı tanımlar) ölçüde kesin bir tarihsel biçim kazanır.
Sayfa 112 - Sendikalar ve Konseyler (1920)Kitabı okuyor
Hukuki ideolojiden ahlaki ideolojiye varıncaya dek yüzyıllardır yayılan her ideoloji "insan hakları" konusundaki şu bildik "apaçıklığı" savunur durur: her birey siyaset alanında istedigi düşünceleri ve istedigi yanı (yani, partiyi) seçmekte özgürdür. Daha da önemlisi, bu ilk düşüncenin altında yatan ve de sonuçta aldatmacadan
Devlet İdeolojisi, ideolojinin farklı "bölgelerinden" (dinsel, hukuki, ahlaki, siyasal, vb.) alınma belirli sayıdaki ana izleği, devlet iktidarını elinde bulunduran sınıf egemenliğinin, sömürülenleri de baskı ve sömürü etmenlerini de, ideojikleştirme etmenlerini de "işletmek" için, yani üretim ilişkilerinin yeniden-üretimini sağlamak için gerek duyduğu özel "değerleri" özetleyen bir sistem içinde toplar. Bunlar şunlardır der Altuhsser; Milliyetçilik, Liberalizm, Ekonomizm, Hümanizm
Bildiğimiz kadarıyla, hiçbir sınıf Devletin İdeolojik Aygıtlan içinde ve üstünde kendi hegemonyasını uygulamadan devlet iktidarını kalıcı olarak elinde tutamaz.
Her yanda buluna bilmek ise bize eğemen ideoloji ile karşı karşıya oldugumuzu anlatır. İşte durmadan bir "apaçıklık"tan başka bir apaçıklığa gönderilmek, hukuki ideolojinin "apaçıklıgından" ahlaki ideolojinin "apaçıklıgına", oradan da felsefi ideolojinin "apaçıklıgına", sonra da siyasal ideolojinin "apaçıklıgına" gönderilmek sayesinde bütün ideolojik "apaçıklıklar" dolaysızca doğrulanır ve Devletin İdeolojik Aygıtlatının çeşitli pratikleri yoluyla her bireye kendilerini kabul ettirmiş olurlar. İnsan hakları, özgürlük, eşitlik, kişinin kendi düşüncelerini ve bu düşüncelerin temsilcisini seçme özgürlügü, seçim
sandıgı önünde eşitlik konusundaki bu ideoloji, sonuçta, "düşüncelerin" gücüyle degil de, sınıf mücadeleleri sonunda işte bu ideolojik aygıtı çıkardı ortaya; insan haklarına ilişkin siyasal ideoloji de işte bu aygıtın bagrında cisimlendi ve de seçmenler, en azından seçmenlerin geniş çoğunlugu tarafından, göründügü kadarıyla, (Marksist eleştiri dışında) kolayca benimsenen bir "apaçıklık" olup çıktı.
Devletin İdeoloji Aygıtları, toplumsal formasyana egemen olan, genel sınıf mücadelesini, egemen ideolojinin aygıtlannda sürdüren bir sınıf mücadelesinin hem verildiği yer hem de bu mücadelenin kazanımı olmak zorundadırlar.
Prometheus ile Zeus arasındaki çekişme, bir anlamda efendiler ile köleler arasındaki sonsuz mücadelenin de başlangıcıdır. Bundan ötürü özgürlük ve adalet mücadelesinin en trajik öyküsü olan Prometheus destanı, aynı zamanda insanlığın en büyük ütopyasını oluşturur. İnsan, akıl gücünün kaba güçten üstün olduğunu, özgür düşünceye gem vurulamayacağını ve adalet duygusunun yok edilemeyeceğini ilk kez bu ütopyayla dile getirir. Yeryüzünde bu ütopyadan vazgeçmeyen bir tek insan kaldığı sürece Prometheus'un ateşinin sönmeyeceği kesindir.
İdeolojinin içinde olanlar da, yani sizler ve ben, tanım gereği ideolojinin dışından olduklarını sanırlar: ideolojinin ideolojik kimliğinin ideoloji tarafından pratik düzlemde yadsınması da ideolojinin yolaçtığı sonuçlardan biridir.
Bireylere özne diye seslenmenin, din ideolojisinin onun adına davranıp tüm bireylere özne diye seslenen, Biricik ve merkezi, Başka bir Özne'nin "varlığını" varsaydığı ortaya çıkar.