Sabahhatin Ali'nin uzun zaman once okudugum Madonna'sindan sonra bu ilk romanini bitirdigimde bende daha buyuk bir etki biraktigini hissettim. Orhan Kemal'in romanlarinda gordugum, o seviye de olmasa da cok yaklastigini hissettigim , anadolu/tasra insanlarinin icinde bulunma, sanki onlarin yaninda birince agizdan kaleme alma yetenegi bu romanda da mevcuttu. O samimiyet ve gerceklik satir aralarinda saglam bir sekilde bulunuyordu.
Bu romanda belki ek olarak, toplumsal esitsizliklere, guclunun herseye muktedirligine, adaletin her daim sakatliga gebe olacagina dair inanis ele aliniyordu. Gecim derdinin, sıkıntısinin; insanin icinde nasil girdaplar yaratabilecegine, insanin karakteri, degerleri uzerinde nasil tahribata sebebiyet verebilecegine sahit oluyoruz.
Yusuf'un merkezinde oldugu romani okurken olaylarin gidisati surekli merakta birakarak bir an once sonunu gorme aceleciligine birakiyor. Karakterin yarattigi izlenim; güc ve mertligin yaninda hayatin karsina cikardigi ikilemler, zorluklar ve ihtiyaclar karsinda yasadigi duygusal firtinalarin bir yansimasi. En cok etkileyen kismi da Yalnizlik olgusu oldu.
"Iki eliyle arkasindaki agacin kabuklarina sarildi. Parmaklari soguk yariklarin arasina girdi. Elini hemen geri cekti ve gogsune goturdu. Gogsunun icinde, bu asirlik agacin kabugu gibi, yariklar bulungunu sandi ve girtlagina kadar bir atesin ciktigini hissetti. Aman yarabbi, ne kadar yalnizdi..."
Sabahattin Ali'nin betimlemeleri ise Ege'nin hem dogasi hem insani hakkinda zihinde berrak resimler canlandirdigi bu trajik romani tavsiye ederim...