Atıf Hoca "sütten çıkmış ak kaşık değildir." Meşrutiyet'ten beri, tüm yeniliklerin ve devrimlerin karşısında olmuştur. Çıkardığı "Beyanü'l Hak" adlı gazete çok "gerici" bir yayın organıdır. Dahası, Mahmut Şevket Paşa'nın katlinden dolayı Sinop'a sürülmüştür. Çok daha önemlisi Atıf Hoca, Kuvayımilliye'ye karşı bildiriler hazırlayan Teali-i İslam Cemiyeti'nin yönetim kurulu başkanıdır. Bu cemiyetin yayınladığı ve Atatürk'ü asi (eşkıya) ilan eden bildirilerden birinin altında Atıf Hoca'nın da imzası vardır. Yani bir kesimin "mazlum", "mağdur" göstermek istediği Atıf Hoca, hiç de mazlum değildir. Kurtuluş Savaşı sırasında gerçek din adamları canla başla kurtuluş için mücadele ederken o, bu kutsal mücadelenin karşısında yer almıştır. Atıf Hoca şapka takmadığı için değil, devrim karşıtlığı, kışkırtıcılık yaptığı ve Kurtuluş Savaşı sırasındaki "hainliğinden" dolayı idam edilmiştir. Atıf Hoca'nın şapka devrimini bahane ederek Atatürk'e ve devrimlere saldıranların ilham kaynağı olması gecikmemiştir. Din bezirganları ve gerici çevreler, Atatürk'ü İslam karşıtı göstermek istediklerinde söze, "Atıf Hocalar nasıl katledildi? " diye başlamayı adet haline getirmişlerdir. Atıf Hoca, zamanla adeta çoğalmıştır. Atatürk karşıtı gerici çevreler, şapka giymediği için istiklal Mahkemelerinde yargılanan ve idam edilen binlerce Atıf Hoca'dan bahsetmeye başlamışlardır! Oysaki daha önce de belirttiğimiz gibi şapka giymediği için asılan, idam edilen tek bir kişi bile yoktur.
Batı anlamında ve klasik manada demokrasi, çoğunluğun oyu ve parlamento yolu ile işler. Demokraside çoğunluğun iradesi, azınlığın iradesine hakimdir. Bu da oy sandıklarında ve nihayet parlamento oylamalarında belli olur.
Devrim ise, azınlığın iradesinin, çoğunluğun iradesine ha kim olması demektir. Azlık, fakat öncü bir inkılapçı kadro, halkın istemediği, yahut düşünmediği, fakat halkın yararına olan icraatı, cebir ve zor yolu ile, yani halka rağmen, fakat halk için kabul ettiler. Mesela cumhuriyetin kabulü veya hilafetin kaldırılması, halkın şapka giymesi vesaire gibi
NAZIM HIKMET'İN DAVALARI
• I. 1925 ANKARA İSTİKLAL MAHKEMESİ DAVASI
15 yıl
4 Mart 1925'te Meclis'ten Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılır. Hükümete büyük yetkiler veren bu yasa, geçicidir; ancak olağanüstü yargı organları olarak İstiklal Mahkemeleri'nin kurulmasını sağlar. İstanbul'da yayımlanan "Tevhid-i Efkâr",
Bob Ross: Belki şurada bizlere beş yüzyıldır gülümseyen natüralist vardır.
Natüralist: Öldüm ben öldüm. Beni sal artık Bob.
Beş yüzyıl boyunca resim sanatına egemen olan doğa figürüne karşı yirminci yüzyıl başında başlayan başkaldırıyla sanatta ortaya çıkan kalıcı değişim süreciyle Sürrealist akımın sanatı özgürleştirici etkisini bağdaştıran harika bir kitap.
Natüralizmin akıl sınırları içinde sürekli bir kendini tekrar etme durumu beş yüzyıl sürmesi, yine aynı akıl tarafından isyanla karşılaşmıştır. Sanat, akli sınırlar ve bilinç hareketleri kalıplarından çıkarak bilinçaltı ve bilinçdışı alanlara yönelmiştir. Sürrealizmin, kübizmin, ekspresyonizmin ve diğer akımların öncülük ettiği bu süreci bir yandan Freud psikanaliziyle anlatan yazarımız, diğer taraftan sosyokültürel değişimlerle ele almış.
Sanattaki bu köklü değişimin özünü resim sanatından aldığını ve oradan diğer sanatlara sıçradığını savunan yazarımız çok da haksız sayılmaz. Ancak bugün, hem ekonomi hem de toplumsal eğlence getirileri fazla olduğu için bu değişim müzik üzerinden yaşanmaktadır. Bu o kadar hızlı gelişmekte ki, kapitalizmin endüstriyel üretim mantığı birbirinin aynısı ürünlere çokça maruz kalmamıza neden olmakta, diğer sanat dalları da bu alana pek fazla girmeden varlıklarını kendi özlerinde korumaya çalışmaktalar. Bu noktada kitaptaki genel geçer tespitler oldukça isabetli. Bu yüzden her okurun elinde bulunması gereken kitaplardan diyebilirim. İlgilisine şimdiden keyifli okumalar.
Sanatta DevrimNazan İpşiroğlu · HayalPerest Kitap · 201736 okunma
Rönesans’tan bu yana sanat, doğanın duyular le algılanan dış görünümünü
yansıtmıştı. Duyulara güven olmayacağı için, kübistler natüralist sanatı bir
aldatmaca olarak görüyorlar. Onlar nesnenin dış görünümünü değil, özünü
değişmeyen yapısını vermek istiyorlardı. Nesnelerin değişmeyen yanı
duyularla algılanamazdı, ancak akılla kavranabilirdi. Batı düşüncesinden
Descartes’ten beri kökleşmiş olan akılcılık, felsefe tarihinde olduğu gibi bu
kez sanat tarihinde devrim yapıyordu: Natüralizm doğrultusunda gelişen
beş yüzyıllık gelenek, Kübizmle yıkılıyor ve Apollinaire’in “Düşün
Ressamlığı” ya da “Kavram Ressamlığı ” dediği yeni bir çağ üslubu doğuyor.
(..)
20. yüzyılın başı, geçmişle hesaplaşma dönemidir. Doğanın bulgulamasıyla
başlayan, doğa araştırmasıyla sürdürülen, doğada gizli kalan tüm olanakları
sonuna değin deneyen bir kültür gelişmesiyle hesaplaşmaydı bu...
''Sanatlar arası etkileşim, doğa yansıtmacılığından uzaklaştığı noktada ivme kazanmıştır, ve müziğin biçim dili diğer sanatları doğrudan etkilemiştir. Resim sanatı ise buna öncelik etmiştir.