İlk sayfalarda güncemi okuyormuşum gibi hissetmemi sağlayan düşünce ve duygu durumları daha sonrasında Werther'e fazlaca yakın ve hayran bıraktı beni. Sahiden de Werther'in lirikliğine o kadar hayran kaldım ki, coşkusal gelişimin önemsiz sanıldığı şu düzenden bir kez daha sıkılıp bir o kadar da ince ruhlu insanlara olan özlemim katlanıverdi! Son sayfalarda Werther'in okuduğu o hikaye Geyikli Gece'yi getirdi aklıma. Werther; ilk başta ben, sonra kardeşim, daha sonrasında da ağabeyim oldu. Gönül bağını bu denli kurduğum çok kitap olmadığı için (Daha yaşımın 16 oluşundan mı, yoksa öyle kitapların azlığından mı bilmiyorum.) onu okuduğum her an değerliydi. Kapağını kapattığımda aklımdan şu dizeler geçiyordu: " "Geyikli gecenin arkası ağaç/Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü/Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"/İster istemez aşkları hatırlatır/Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş/Şimdi de var biliyorum/Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz"
Ayrıca bunu demeden geçemediğim için kusuruma bakmayın, Werther'in yaşadıklarına ve hissettiklerine bir ad koymaya dair uğraşlarınız (takıntı, gerçek aşk, şöyle aşk, böyle aşk, aşk değil bu...) onun hislerini sınırlandırmaya çalışmanızdan kaynaklanıyor. Bana kalırsa, sınırlandırmaya çalışıyorsunuz çünkü bir kalıba oturtabildiklerinizle, "gibi"lerinizle anlayamadıklarınızı anlamlandırmak istiyorsunuz. Oysa çoşkun sular ne kadar da çeşitlidir, kim bilir! Yeter ki kalbiniz yenilmesin! İçtenliğiniz sürsün... Sonsuz!