Önemli olan ,o insanların kendilerini nasıl gördükleri ,nereye ait olduklarını hissettikleriydi.Din,dil,köken gibi değerler ,kimseye zorla kabul ettirilmezdi.
Birine öfkelenme özgürlüğümüz yoksa onu sevmeyi seçemeyiz.
Sevmeme özgürlüğümüz olmayan birini gerçekte(n) sevemeyiz.
Birine karşı hissettiğimiz duygu “ona karşı hissetmemiz gerekenler” diye önceden tarif edilmişse, onunla meselemiz bitmeyecek, hatta başlayamayacaktır bile.
Gerçek hayatta “Böyle hissetmem lazım!”, “Şöyle hissetmemem lazım!” diye bir şey yoktur çünkü. Hisler ne yöne gideceklerini gerekliliklere sormazlar.
Kabullenme özgürlüğümüz olmayan her duygu dışarıya akamayan bir irin gibi bedenimizi ve ruhumuzu ele geçirir. İçimize hapsettiğimiz her duygu aynı zamanda içimizi hapseder.
Özellikle Ortaçağ'da halkın toplum içindeki yeri, çocuğun aile içindeki konumuna benziyordu.Cahilliği,ahlâki ve entelektüel geriliği nedeniyle buna çocukluk çağı da denebilir ve: Bu çağ acımasızdır.