Lise yıllarımda iki ya da üç kitabını okuduğum büyük usta Cengiz Aytmatov’un Ötüken Yayınlarından çıkan 13 kitaplık setini geçtiğimiz bir aylık süre zarfında bir solukta okudum. Bu, pek başvurduğum bir yöntem değildir, ancak pişmanlık duymadığımı da söylemeliyim. Böylece Aytmatov’u edebî üslûbundan kopmadan derinlemesine anlamaya çalıştım. Peki, bunda başarılı olabildin mi, diye sorarsanız, hayır cevabını veririm. Zira Aytmatov’un her eseri, konular arasında zaman zaman benzerlikler yakalasanız da apayrı birer dünya sunuyor size. Genellikle bozkır temasını merkezine alan, ama her biri apayrı birer dünya… Toprak Ana, o dünyalardan yalnızca biri…
Bozkır demişken, uçsuz bucaksız bozkırı bir kitaba bu denli sığdırabilen bir başka romancı var mıdır? Acısıyla, hırsıyla, sevinciyle, hüznüyle, her çeşit duygu yüküyle dolu bir bozkır yaşamından söz ediyorum. Aytmatov, Toprak Ana’da savaşın her hâlini yaşıyor, yaşatıyor. Bir sahnesini dahi kaleme almadan savaşın yankısını öyle aksettiriyor ki aynı duyguları siz de yüreğinizde hissediyorsunuz. Dahası, bu acının bitmemesini, kitabın sona ermemesini istiyorsunuz. Her şeye rağmen bu eseri sadece bir kelimeyle anlatma hakkım olsaydı önce “umut” derdim.
Aytmatov, Toprak Ana eserinde anası gibi gördüğü toprakla dertleşiyor. Toprak ile yaşadığı diyalog arasında geçmişini hatırlıyor, akıcı üslûbuyla anlatıyor, bize de usulca dinlemek düşüyor. Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Ekmek ile emek kelimelerinin eş anlamlı olduğunu iddia etsem bana gülüp geçersiniz, değil mi? O hâlde vakit kaybetmeden Toprak Ana’yı okuyunuz.
#kitapsuuru
Kitap Şuuru İnsanlık Şuurudur