Seni dev lahana kellesi seni diyerek tersledim ayı.Ortalığı hayasızca aydınlatıyordu çünkü.Yoksa devriyeler nerden fark edeceklerdi.Makyajı demek istiyorum.
Gerçi bizler uykularımızı duvarları çatlamış evlerin çatırtıları arasında uyuduk(Ah ozanlar,can çekişen evlerin iniltilerini dile getirecek tek sözcük olsun bulunmaz sizde),uyuduk uykularımızı top mermilerinin gümbürtülerinde(Hangi basımevinde bu metalsi çığlıkları dile getirecek bir harf bulunur?)ve uyuduk mahpusların ve ırzlarına geçilen kızların iniltilerinde(Kim bunları şiire döker,kim bunlar için vezin bulabilir),ama işte mayıs gecelerinde burada,bu ilkbahar dünyasında yabancı kalbimizin dilsiz acılarıyla yataklarımızdan fırladık,çünkü bir tek guguk,ancak bir tek guguk yalnızlığını ve annesizliğini dile getirebilir.Ve bize yapacak o yiğitçe,o serüvensi iş kalır sadece:Yalnızlık içinde bir susuș.
...,ama düşünme o kadar,duydun mu?
Kesinlikle gelir daha.Bilmez misin,hep duyar işitiriz,kayıp sanılan biri ansızın çıkıp gelmiş diye.Savaş biteli çok da olsa,gene duyup işitiriz böyle şeyler.
Gülüyoruz. Oysa ölümümüz başından beri tasarlanmış.
Gülüyoruz. Oysa çürüyüp kokuşmamız kaçınılmaz.
Gülüyoruz. Oysa yokoluşun eşiğindeyiz.
Bu akşam. Yarın değil öbür gün.
Dokuz bin yıl sonra.Her zaman.
Gülüyoruz. Oysa yaşamımız rastlantıya buyur edilmiş, rastlantının eline bırakılmış, kaçınılmaz rastlantının, anlıyor musun ?Dünyada düşen bir şey mi var,senin üzerine de düşebilir,seni ezebilir altında ya da ayakta bırakabilir.Düpedüz bağımlı durumdayız rastlantıya,ocağına düşmüşüz,yem diye önüne atılmışız rastlantının.
Oysa gülüyoruz biz.Duruyoruz öyle ve gülüyoruz.Ve yaşamımız,sevgimiz ve sevgili yaşanmış acılarımız,dalga gibi,rüzgâr gibi bir belirsizliği ve rastlantıyı içeriyor.Anlıyor musun dediklerimi?
Anlıyor musun ha?