Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Kübra Aksu

Kübra Aksu
@Aslinda_fenci
'Ne yani şimdi bana o güzel insanlar o güzel atlara binip gitti mi diyeceksin...' 🦋
Fen Bilgisi Ögretmeni
ÇÜ
15 okur puanı
Ağustos 2018 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Kalbimdeki nehire doğru fısıldayan bir kibir var. Balıklar duysa kahrından ölecek. O yüzden sudan çıkmıyorlar.
Reklam
Bir söz söylesem şiir olur, Bir söz söylesem küfür olur, Sen nasıl bir şey söylettin ki tüm şairler küfre düştü !
Hayat... Şükürlerle başlayıp, ateistçe ölmek gibi anlamlandırdıkları bir ideoloji gibi. İnsan; kulağına günahkâr bir ağızın fısıldadığı ezanla açıyor gözlerini dünyaya. Bin türlü aminlerle, şükürlerle, adaklarla... Ve yine insan; hiç beklenmeyen bir anda kapatıyor gözlerini dünyaya. Dünyanın tüm 'tesadüfleri' oraya toplanmışcasına. Her gün; başka bir güne uyanacağımız kesinmiş gibi alınan kararlar, verilen sözler ve çekilen nutuklar arasında yaşıyoruz işte. Sonra bir şey oluyor, biri(leri) yaşamını yitiriyor. Sonra o birilerini, birileri fark ediyor. Akşamları sofraya eksik kaşık koyduğunda fark ediyor, artık sadece bir bardak kahve yaptığında, evin o boğucu sessizliği kulaklarını tırmaladığında fark ediyor. En çokta telefonun o boşluğa uzanan ucuna baktığında fark ediyor!

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Sıcak yaz akşamlarında balkon köşelerinin de anıları vardır. Kafanızı koyup gökyüzünü izlerken hatırlattıkları, unuttukları, konuştukları, sustukları vardır. Suskunluğuyla getiren huzuru vardır. Almış olduklarının aksine verdiği koca bir gökyüzü tüm hayatım boyunca susmam için yeterli bir rüşvet. Bu gece susanlara armağan ediyorum bu gökyüzünü...
Yazıya küçük bir karalamayla başlar insan. Bir 'merhaba'yla tanışır hayatının aşkıyla. En yakınlarıdır hep ilk savaş açan ülkelere. Filler devasa görünür ancak çalışkan olan karıncalardır aslında. Kaplumbağayı beğenmez kimse aslana göz diker ama aslanda ilk başta adım atarak başlar yola kaplumbağa da. Aslan çabuk bitirir belki ama kaplumbağa yolu sindirir. Gözümüzü dışarıya diksekte hep yanıbaşımızdadır aradığımız şeyler aslında. Küçük görmeyin hiçbir şeyi çünkü; küçük dediğiniz parçalar birleşip gerçekleştirecek hayallerinizi. Koşmak için önce adım atmak gerekir. Adım atmadan önce düşünmek. Düşünmeden önceyse... Hani şu üzerimize çok severek çektiğimiz bir ön yargı gömleği var ya. İşte onun iliklerini açmaya başlamamız gerekecek. Sevgiliyi soyar gibi değil ama ameliyattan çıkar gibi soyacaksınız. Azgın bir hayvan gibi değil, yarası sarılmış bir ceylan gibi naif davranacaksınız ki kendinizi iyileşmiş hissedesiniz...
Reklam
'Subhanallah' hiç bu kadar iyi gelmemişti yüreğime. Subhanallah...
Şüphem yok. Kalemini yüreğinde taşıyanlar, gittikleri her yere bulaştıracaktır mürekkebini...
Gözlerine güven , gördüklerini her zaman küçümseyip iyiye yorma. Bazen bazı şeyler gerçekten de göründüğü gibidir. Tam da göründüğü gibi...
Üzgünüm sevinçlerim için, Üzgünüm güzel anılarım için, Üzgünüm aşklarım için, Üzgünüm Nazım, Edip ve hatta İlhan için. Küçük bir can sıkıntısı uğruna güzel olan her şeyi hiçe sayıp; kalemime malzeme ettiğim için. Üzgünüm galiba; üzgün olduğum için...
Hâlbuki bir zamanlar bir avuç şeker verseler bir avuç dünyam oluyordu. Rengârenk, umut dolu. Şimdi koca dünyayı oturtsalar yüreğime karamsar, somurtkan bir ihtiyardan farksız gözümde...
Reklam
Sen bir delinin kuyuya attığı taş, Ben ardından koşan 40 deli! Olmazdı bizden biliyorum. Mesnetsiz atılan bir iddiadan farksızdık. Doğru söyleyince dokuz köyden kovulandik biz. Herkes doğru olduğunu biliyor, bir o kadar da aptallık etmekten geri durmuyordu. Bizim seninle varoluş sebebimiz farklıydı. Görüyorsun ya her şey insanlar bizden ders alsın diyeydi sanki. Sanki evrende yaşanabilecek tüm iyi şeyler sendeyken, tüm kötü şeyler ben de sıralanmış gibiydi. İnsanlar bizi birbirimizle kıyaslayıp kendilerine pay biçiyorlardı. Ders çıkarıyor ama uygulamıyorlardı. Bunca ikilem içinde insan nasıl yaşar anlamıyorum. Ben yaşayamıyorum ve içinde iyiliğe dair ne varsa dokunmadan gidiyorum. İcimdeki kötülüklerin tövbe edebilme ihtimaliyle gidiyorum. Bir parça pişmanlık ve biraz ümitle gidiyorum. Hoşçakal...
Ve şimdi demli bir bardak çayın yanında bir parça helva yerken ve gökyüzünü seyrederken nazlı bulutlarıyla ve annemin şifalı elleri dokunurken şakaklarıma ve babamın dilinden dökülürken tahiyyatlar ve şu mahallede gezinirken berduşlar ve ben anlamaya çalışırken sınırsız olan evren parçasını sınırlı irademle ve o an gözlerin gelirse aklıma; yüreğime bir sükût düşer. Her şey biter...
... Hayatın dişleri arasına sıkışmış çürük bir ip bir sağa bir sola yalpalıyor. Ve ben artık ustalaştım. Korkmuyorum... iyiyken kötüye, kötüyken iyiye dönüşmekten korkmuyorum.
Boş bir düşünce derken bile düşüncemin boş olduğuna kanaat getirmek için onu düşünüyorum. Yani demek istediğim unuttuğunuzu düşünürken bile aslında anılarınızı birer kez kafanızda canlandırıp tekrar yaşıyorsunuz. İyisimi sen beni unut. Hem de defalarca...
Geyikli Gece_ Turgut Uyar
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz Bilir bilmez geyikli gece yüzünden...
Bir çiçeğe, bir çocuğa ve bir kalbe dokunanlar daha farklı gözlerle bakabilir dünyaya. Kadınlar çok daha farklı gözle bakabilirler. Rahme düşen o sıvıdan sonra 'Kadınlık' sıfatı yerini 'Anneliğe' devrettiginde çok daha farklı bakabilirler. Çünkü yalnızca anneler aynı bedende iki ruh taşıyabilir. İki kalp... Çünkü yalnızca annem beni ruhunda taşıyabilir. İyi ki varsın annem. Seni hissedebiliyorum ❤
Reklam
Kinimi kusacak yer bulamayınca kin tutmayı bırakmıştım. Bilmiyorum, belki sevgi de böyle böyle gitti hayatımızdan...
Ben yalnız olduğumu düşünüp metiyeler dizerken içimden, sen ses olup geliyorsun kulağıma Allah'ım. Bir an için kafama bir şeyler düşmüş gibi afallıyorum. Sırtımı yaslayıp duvara seni dinliyorum. Rüzgar olup dokunuyorsun, nefes olup giriyorsun ciğerlerime. Kirpik uçlarımdan dökülüyorsun, şakalarımdan akıyorsun. Tenimin tuzu fışkırıyor durmadan o da bunaltıyor beni. Bir an gücümü kaybediyorum sırtım kayıyor duvardan, yere oturuyorum. Bacaklarımı karnıma kadar çekmişken, dünyaya hiç gelmemiş olabilmeyi dilerdim. Hala nefes alıp verdiğimi fark ediyorum. Hala seni içimde hissedebiliyorum. Sana iyi ki varsın demeyeceğim çünkü buna ihtiyacın yok biliyorum. Hatta hiçbir şeye ihtiyacın yok biliyorum. Yalnızca aciz bir kız sana derdini döküyor bağışla. Gerçekten 'Bağışla'...
Ben hala odamın köşesinde ıhlamur yudumlayıp Sezen dinliyorum. Aklıma gelince bazı şeyler susuyorum. Hatta kalbime dokunup gözümde canlanan hatıralarım da var, gülüyorum. Ben hala aklıma geldikçe karalıyorum iki satır bir şeyler. Ucundan köşesinden sokuşturuyorum seni kelimelerin arasına, bazen de sığmıyorsun bakıyorum hep sen olmuş buralar. Ben hala bugünden kalkıp planlar yapıp hiç birşey yapmadan günü bitiriyorum, hep yarına erteliyorum işi, gücü, seni... anlayacağın ben hala aynı benim. Peki sen neler yapıyorsun ?
Hiçbir zaman keskin sınırlarım olmadı zaten. Esnettiğim bir köşesinden gir içeri işte! Fazla sorgulama ne hayatı, ne sabrımı ne de beni...
Samimiyetsiz ortamlarda başım dönüyor, midem bulanıyor. Samimiyetsizliğe gebe kalan bünyem içten bir gülüşe aldanıyor. İç(im)den olan herkese selam, bana hasret bu gece...
Bazen hiçte güzel parlayan yıldızlar olmuyor, esmiyor da.. Öyle umut vad eden iyi kalpli insanlar da olmuyor. Hepsi aptal gibi geliyor hatta. Yine de yazabilmek icin kuruyorum, hayal etmeye çalışıyorum. Çok şey feda ediyorum bu uğurda; ümitsizliklerim, kırgınlıklarım, kızgınlıklarım, boşa düşmüş her bir zerrem. Her bir zerreme yeniden hayat verip, fonksiyonlarını yerine getirmelerini sağlıyorum ve sonra yazıyorum. Doğmamış çocuklar için yazıyorum. Söylenmemiş sözler, sevilmemiş kadınlar, seçilememis erkekler için yazıyorum. Nazim'ın, Piraye'nin, İlhan'ın kalemine sığdıramadıklarını yazıyorum ve biliyorum. Henüz doğmamış bir çocuk yazmayı bıraktığım an da kalemimi alıp benim de kalemime sığdıramadığım şeyleri yazacak. Ona yazabileceği daha güzel bir dünya bırakabilmek için yazıyorum...
Reklam
Ne hoş sey bir yaz akşamı yıldızları teninde hissetmek. Koyu bir gökyüzü arasına sinmiş beyaz bulutlar umuttan bahsediyor. Kulağıma fısıldayan rüzgârsa gelecekten bir haberci. Dama gölgesi vuran her suret bir anı, geçmişi şekillendirip gözümün önüne koydukları bir anı hem de. Kimisi bir sandalye, kimisi kapı duvar, kimisi ağaçlar, kimisiyse sadece bir boşluk. İçine bir ağaçtan, sandalyeden ve hatta kapı duvardan bile fazlasını alan bir boşluk. Kimseye fısıldayamadığımız, ara sıra düşünce baloncukları oluşturan boşluklar. Ne hoş şey bir yaz akşamı yıldızları teninde hissetmek. Ve tüm bunları kağıda hissettirebilmek...