Bazen eline gençlik verilmiş bir yaşlı gibi mutlu ve farkında hissediyorum, bazen eline gençlik verilmiş bir çocuk gibi mutlu...
Bazen de çocukluğu elinden alınmış bir genç gibi...
Ama en çok da sonuncusu...
Delilerin iki türlü talihleri vardır. Akıllılara pek aykırı düşen ekstra delice cesaretlerinde başarılı olurlarsa "dâhi" ünvanını alırlar. Olamazlarsa doktorların ellerine kalırlar.
Tabii, Ay'a baktığımda "aşağıya" bakıyormuş gibi geliyordu bana. Dünya'da "aşağıya" yere doğru demektir, nesnelerin düştüğü yöndür, "yukarıya" ise bunun ters yönüdür. Oysa şimdi çekim gücü Ay'a doğruydu ve bildiklerimin tam tersine Dünyamız yukarıdaydı.
...
Öte yandan ne tuhaftır ki, Dünya'dakinin tersine ışık yukarıya doğru geliyordu. Dünya'da ışık yukarıdan aşağıya doğru vurur ya da yandan eğik gelir, ama burda ayaklarımızın altından geliyordu, gölgelerimizi görmek için de yukarıya bakmak zorundaydık.
Bozkırkurdu, alışılmışın dışında bir kitap gerçekten.
Somut ile soyut birbiriyle bağlantılı şekilde karşımıza çıkıyor. Bir adamın -hayatının değerini anlamaya çalışan bir adamın- zaman zaman herkesin kendi içinde hissettiği boşluklarla, belki de ruhunu doldurmaktan zevk aldığı için yaşadığı psikolojik bunalımı anlatıyor. Bu bunalım yaşadığı durumlar karşında sürekli şekil değiştiriyor. Okurken sürekli ikili kavram çatışmalarına denk geliyorsunuz. Hatta bozkırkurdu ismi bu çatışmaların birinden geliyor. Ana karakter sık sık hislerini insana veya bir bozkırkurduna yakıştırıyor. Soyut kısımlar bazen okumayı zorlaştırıyor. Ama okuyup bitirdiğimde iyi ki pes etmemişim dedim. Herkesin kendinden mutlaka bir şeyler bulabileceği bir kitap. Ne yazarsam yazayım inceleme hep eksik kalır. En iyisi fırsatı olanlar ertelemeden okumalı.
BozkırkurduHermann Hesse · Yapı Kredi Yayınları · 20227,7bin okunma
Öyle çağlar vardır ki, bütün bir kuşağın insanları iki çağ, iki ayrı yaşam üslubu arasında sıkışıp kalır, her türlü doğallık, her türlü gelenek ve görenek, her türlü korunmuşluk ve suçsuzluk duygusu çıkıp gider elden. Kuşkusuz herkes bunun aynı ölçüde ayrımına varamaz. Nietzsche gibi biri bugünkü sefaleti bir kuşaktan çok fazla süre önce yaşamak zorunda kaldı; onun tek başına, hiç anlaşılmadan yaşadığını bugün binlerce insan yaşamakta.
Kurdun da kendi kurt bağrında iki ve daha çok ruhu vardır. Kurt olmayı isteyen, "Ah, ne saadet bir çocuk olmak" ezgisini dile getiren adam gibi, bir şeyi unutmuş demektir. Mutlu çocuk ezgisini söyleyen sempatik ama duygusal adam da doğaya, masumluğa, gelişim sürecinin başlangıç aşamalarına dönmeyi arzuladığını açığa vurur; ama tümüyle unuttuğu bir şey vardır: Çocuklar da asla mutlu değildir, onlar da pek çok çatışmayı, çelişkiyi ve acıyı yaşayabilen varlıklardır.
Ben'inin hayalî bütünlüğünün kapsamını genişleterek ikiliğe dönüştürebileceği bir düzeye ulaşan biri, bu konumuyla neredeyse dâhiliğe ulaşmış sayılır, en azından eşine seyrek rastlanacak ilginç bir istisna
oluşturur. Ne var ki, en nahifi de içinde olmak üzere hiçbir ben gerçekte bütünlük taşımaz, her ben çok yönlü bir dünyadır, yıldızlarla döşenmiş küçük bir gökyüzüdür, çeşitli biçimlerden, aşamalardan, konumlardan, değişik kalıtsal öğelerden ve değişik olanaklardan bir karmaşadır. Bu karmaşaya bütünlük taşıyan bir nesne gözüyle bakması, sanki yalın ve sağlam bir biçime sahip, açık seçik hatlarla belirlenmiş bir nesneymiş gibi ben'inden söz açması, her insanın (en yüksek düzeydekilerin bile) içine düşmekten kurtulamadığı bir yanılgı, bir zorunluluktur,
adeta solumak ve yemek yemek gibi yaşamın bir dayatmasıdır.