Bir kadın düşünün: her şeye rağmen hiçbir zaman umutlarını yitirmeyen. Bir kadın düşünün bilinmeyen, tanınmayan ve hiçbir şartta hatırlanmayan. Ve bir adam düşünün: zengin, yakışıklı, umursamaz ve karşısındakini bir yabancıdan öte görmeyen…
Bilinmezliğin karşı konulmaz cazibesi etrafımızı sararken, umutsuzluk hiçbir zaman yakamızı bırakmıyor. Kadının sürekli olarak kullandığı ‘Sen beni asla tanımadın’ cümlesiyle içimizde oluşan o keşkeler kitap sonuna kadra yakamızı bırakmıyor.
Düşünüyorum da biz o kadının yerinde olasak ne yapardık? Unuturmuyduk? Karşısına çıkıp kendimizi hatırlatmaya mı çalışırdık? Yoksa bizde bilinmeyen kadın olarak mı yaşardık? Bilmiyorum…
Kitap boyunca Bay R. Ne hissediyorsa onu hissettik bazen bilinmeyen kadın olduk bazen de Bay R.
R. gibi pişmanlık duyduk, merak ettik, hatırlamaya çalıştık…
Kitabı okurken aklıma takılan tek soru şuydu bu saplantı mı ? yoksa aşk mı? Bana göre saplantı olamayacak kadar naif ve tutkulu bir aşktı bu kadının yaşadığı. İlk ve son aşk. Beklentisiz bir aşk.
Peki size göre bu saplantı mı aşk mı?