Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Eren

Eren
@Dagnir9111
Ankara
9 okur puanı
Aralık 2022 tarihinde katıldı
Kimsesiz
Uzun zamandır kaybolmak istiyordum bu şehrin sokaklarında. Kısmet bugüneymiş. Hava bir çoğuna göre normal olsa da ben biraz üşüyorum. Sanırım hastalanıyorum. Ama şuan umursamak istediğimden emin değilim. Gerçi bugünler de hiçbir şeyden emin değilim. Her şey muallakta. Zaten hayatım soru işaretleriyle dolu, bir de pesimist yorumlamalar katınca
Reklam
Ayna
Kan ter içinde uyandım geçen gece, terimi kaçarken yakaladım vücudumun hapishanesinden. Pis bir baş ağrısı, tabii olmazsa olmaz sırt ağrım. Kaç aydır cehennem azabı oldu; hani şu alacaklının kapıyı düşünmeden vurması gibi sırtımdan vuruyor ta boynuma kadar. Terden ıslanmış sıcak yatağımda doğrulunca, bir soğuk hissettim yüzüme vuran. Sanki
Küçük bir deneme :)
Eren

Eren

@Dagnir9111
·
31 Temmuz 2023 19:18
Korku nedir biliyor musun Henry?
-Korku nedir biliyor musun Henry? Kargacık burgacık hayaletlerde değildir korku. Korku, dünyayı kendi gözlerinde seyrettiğinin farkına varmandadır. Bir et parçasının üzerinde dimdik dikildiğini hissedip; etrafındaki duvarların, halıların, renklerin keskinliğinin anlam içermeden varlığını hissettirmesindedir korku. +Anlıyorum -Anlamıyorsun Henry! O an gözlerin tarifi zor sınırlarını zorlayarak yapabileceği en iyi yetilerini sana bir hizmet gibi sunarken, sana iyilik yerine kötülük yaptığını hiçbir zaman farketmiyor! Ve sen bunu anladığında, yalnız hissettiğini anlıyorsun. Vücudunun hangi parçasının sana gerçekten hizmette bulunduğunu sorgulamaya başlıyorsun. O anda bunca şeyi süzgecinden geçirip sana doğru seçeneği sunmaya çalışarak hizmet eden aklının ne kadar güvenilir olduğunu sorguluyorsun. İşte şimdi yalnız kalıyorsun.. Sadece ayakta dikilen bir et parçasından başka hiçbir bok olmadığını anlıyorsun. Ve sade bir et parçası, hiçbir zaman ayakta kalamaz Henry! Korkunun ne olduğunu anlıyor musun? İg: @havadisefiri

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Korku nedir biliyor musun Henry?
-Korku nedir biliyor musun Henry? Kargacık burgacık hayaletlerde değildir korku. Korku, dünyayı kendi gözlerinde seyrettiğinin farkına varmandadır. Bir et parçasının üzerinde dimdik dikildiğini hissedip; etrafındaki duvarların, halıların, renklerin keskinliğinin anlam içermeden varlığını hissettirmesindedir korku. +Anlıyorum -Anlamıyorsun Henry! O an gözlerin tarifi zor sınırlarını zorlayarak yapabileceği en iyi yetilerini sana bir hizmet gibi sunarken, sana iyilik yerine kötülük yaptığını hiçbir zaman farketmiyor! Ve sen bunu anladığında, yalnız hissettiğini anlıyorsun. Vücudunun hangi parçasının sana gerçekten hizmette bulunduğunu sorgulamaya başlıyorsun. O anda bunca şeyi süzgecinden geçirip sana doğru seçeneği sunmaya çalışarak hizmet eden aklının ne kadar güvenilir olduğunu sorguluyorsun. İşte şimdi yalnız kalıyorsun.. Sadece ayakta dikilen bir et parçasından başka hiçbir bok olmadığını anlıyorsun. Ve sade bir et parçası, hiçbir zaman ayakta kalamaz Henry! Korkunun ne olduğunu anlıyor musun? İg: @havadisefiri
Meğer
Gök bir bir ayrılırmış da derinden, krallar saklanırmış. Yer kabuk kabuk çatlarmış da yerinden, krallar saklanırmış Meğer krallar soğukta, sıcak yerlerde yaşarmış Meğer krallar açların arasında, karnı tok gezermiş Meğersem krallar çok korkakmış. Hep ölümden kaçarmış. Meğersem ölüm hep planlıymış, hiç kovalamazmış. Meğer krallar ne kadar aptalmış. Onca servete; sağlam, korunaklı şatolar yaptırırmış. Meğersem ölüm ne akıllıymış, onları hep bulurmuş. Meğer Ölüm, adaletmiş. Ölüm, cesaretmiş. Ölüm, başlangıçmış. Meğer krallar hep ölümü ararmış saklanmak için de bulamazmış Meğer, ölüm de hiç saklanmazmış. Meğersem ölüm, kralın altından saatindeymiş. Meğer kral görmez olurmuş hırsından, servetinden kolundaki saati. Duymaz olurmuş tik tak saatin sesini. Meğer krallar ne aptalmış. Meğer günün sonunda krallar hep ağlarmış, ölümün gülüşüne. Meğer krallar mahkummuş, ölümün zaferine. Ölüm hep kazanırmış meğer.
Reklam
Denemelerim-dört
Pişmanlık ezelden ebede kadar bizlerin yakasına yapışmış lanetli bir durumdur. Öyle olmasaydı Ivan "korkunç", Kabil ise "kötü" olur muydu? Ivan oğlunu öfkesiyle değişti, bedelini oğlunun kafasından akan sıcacık kanı pişmanlıklarla titreyen parmaklarında hissettiğinde öğrendi. Kabil kıskançlık ve fesatlıklarla kardeşine okyanuslar kadar derin bir nefret duydu, sonunda o da kardeşini öfkeye değişti! Kabil'in pişmanlığı koca bir ormanın sessizliğinde, bir karganın toprağı eşeleyen ayağında gün yüzüne çıktı. Pişmanlığa kucak açan o zayıf duyguların kendisine "katil!" diye bağırdığını duyabiliyor, kulakları bu feryadı duyduğu için Kabil'den utanıyordu. "Yazıklar olsun bana!" dedi. "Yazıklar olsun bana ki şu karga kadar olamadım. Ben kardeşimi gömemeyecek kadar aciz miyim?" dedi. Bu miras günümüzde ilk günkü gibi canlı ve Adem'in torunlarının yakasında yaşamaya devam ediyor. Bizler aşağılık duygularımızı, doymayan nefislerimizi ne zaman döversek, kibirlerimizi ne zaman ayaklar altına alıp, aslında hiçbir şey olmadığımızı anlarsak; belki bir gün biz de ormanda toprağı eşeleyen bir karga olabiliriz..
Denemelerim-üç
-BİR FIRSAT VER BANA Bugün iş yerinde yaşadığı sorunlar yüzünden canı epey bir sıkkındı. Yapmadığı bir şeyden dolayı, karşılaşmak istemediği hatta hep korktuğu şeylerden biri başına gelmişti. Bugün iftiraya maruz kalmıştı. O herkesin gözünde mimlenmiş bir suçsuzdu. Gidip kendine birkaç tane bira aldı. Gözüne çarpan ilk ağacın dibine oturup birasını yudumlarken; daha dün aynı masada yemek yediği insanların, bugün nasıl da gözünün içine baktıklarını düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Bu durumu kendine bir türlü yediremiyordu. Bir süre sonra gözleri bulanıklaştı; bir iki damla yaş, sanki hep bu anı beklemiş gibi kaçtı gözlerinden. Gökyüzüne baktı... Mırıldanarak: Hakkımı istiyorum senden, verebilir misin? Dedi. Sonra bağırarak tekrarladı: Söylesene heh, verebilir misin?! Birasından bir yudum aldı, bir tane de sigara yaktı. Yanından onu sıçratan bir ses: Evlat! Dedi. Bu da kimdi? Saatlerdir o ağacın dibinde oturuyordu ama bu adamı hiç farketmemişti. Sana diyorum evlat! Hakkını mı istiyorsun Tanrıdan? Dedi boğuk bir sesle. Sonra yine kendi cevaplar gibi devam etti: Sence Tanrı sana hakkını mı verir yoksa hakkını araman için fırsat mı? Dedi. Bu soru, sarhoşluğunu yerle yeksan etti bir anda. Kafasında tekrarladı soruyu. Tanrı bana hakkımı mı verir, yoksa hakkımı arama fırsatı mı? Bu kez aynı gökyüzüne, mahcubiyetle baktı. Yıldızların nasıl da göğü süslediğini farketti. Güneşin sabahı beklediğini, ayın nasıl da elmas gibi parladığını farketti. "Eğer eksik bir şey varsa, o da sana olan saygımdı. Dedi. Beni affetmen için, bir fırsat ver bana Tanrım. Dedi.
Denemelerim-iki
O her zaman kafasının içinde devasa saraylarda yaşattığı takıntısını, çizgilere basmadan yürümeye çalıştığı o kaldırımları dünden farksız yürüyerek her zamanki meyhaneye gitti ve her zamanki yerine oturdu. Yıldızlardan güzellik, gökkuşağından renk aldığına inandığı o meyhanede griden başka renk yoktu. Ama o inanıyordu. Her zamankinden diye işaret etti. Ama garson kalmadığını söylediğinde birden bire kafatasının tam da ortadan ikiye çatladığı hissine kapıldı. "Ben." dedi. "Ben kendime öyle bir kötülük yaptım ki" dedi. "Bu kadar büyük bir zaman ırmağının yanında yalnızca eğilip yansımama bakmışım. Ben bunca zamanın içinde yalnızca "her zamanı" yaşamışım." dedi.
"Denemelerim-bir" ismini veriyorum bu yazıya
Baş ağrısının sinsi sinsi gözlerine doğru nüfus ettiğini hissedebiliyor, ama havanın sert darbelerine karşı gardını düşürmemekten başka çaresi olmadığını da her şeyden iyi biliyordu. Uzun uzadıya yuvasına doğru güç bela yürüdü. Nihayet bir an önce bu savaşı sonlandırıp, evine girdi; neredeyse 20 yıldır ona misafir olan o emektar koltuğuna kendini bir ceset gibi attı. Bir süre sonra gözlerinin de pes etmesiyle tatlı bir uyku tüm vücudunu sardı. Yaklaşık 2 saatlik bir uykudan, alışık olduğu boyun ağrısıyla birlikte uyandı; üstelik bir rüyası da vardı. Hemen gidip gördüğü rüyayı, tam da bu zamanlar için tuttuğu not defterine yazmak için ayaklandı. Boyası akmış, iç içe girmiş bir sürü yazının arasından tertemiz bir sayfa açtı kendine. Rüyasını düşünmeye çalıştı ama hatırladığı tek bir şey vardı. Bu canlandırmadan çok, bir cümleydi. Kalemi eline aldı ve şunu yazdı: "Kendime not: "Yenilme kendine"
Seninle sahaf sahaf dolaşmak istiyorum
Reklam
En azından denedim
Eski, büyük kalaslarla tek tek yerleştirilip dizayn edilmiş; yağmur damlalarının intihar eder gibi bir bir tavanından içeri doğru damlayan bir evde, pek mütevazi hayat görüşüyle küfürler savuruyordu düne bugüne ve birbiri ardına koplayanmış yarınlarına!
Albert Camus
Kendimi mi öldürsem, yoksa bir bardak kahve mi içsem?