"Bak beni dinle,küçük adam:İçinde bulunan iyi ve değerli şeyleri duyamaz oldun artık. Boğdun bu iyi duyguları, gırtlakladın. Başkalarında bulunduğunu sezinlediğin an kalkıp onlardaki iyi şeyleri de öldürüyorsun. Küçüksün ve küçük kalmak istiyorsun."
“Uzun zamandır sürüyor bu. İnsan kendini bırakmak istiyor, zorunlu bu.Ah doktor! Böyle, huzurlu gibi duruyorum. Ama yalnızca normal olmak için hep çok büyük çaba harcamak zorunda kaldım.Oysa şimdi, çok fazla bu.”
“Paneloux haklı,” dedi Tarrou. “Masumiyetin gözleri oyulunca Hristiyan ya inancını yitirmeli ya da gözleri oyulmalı. İnancını yitirmek istemiyor,sonuna kadar gidecek.”
Kendini tehlikeye atmaktan korkan kişiye ne yazık! Çünkü o kişi belki de hiç düş kırıklığına uğramayacak ve peşinden koşacak bir düşü olanlar kadar acı çekmeyecek. Ama dönüp de arkaya baktığında (çünkü her zaman, sonunda dönüp arkamıza bakarız), yüreğinden şu sözcüklerin döküldüğünü duyacak: "Tanrı'nın, yaşadığın her güne ektiği mucize tohumlarını ne yaptın? Yaradan'ın sana bağışladığı yetenekleri ne yaptın? Hepsini bir çukura gömdün, çünkü onları yitirmekten korkuyordun. İşte, şimdi elinde kalan, yaşamını yitirmiş olmanın kesinliği."
Bu sözleri duyan kişiye ne yazık! Mucizelere o anda inanacak, ama varlığının büyülü anları geçip gitmiş olacak.
Ancak Tanrı tutku sever. Bu uzak ilişkiler onun ateşli şefkatine yetmez. Sizi daha uzun süre görmek ister, onun sizi sevme tarzı böyledir ve gerçeği söylemek gerekirse, onun tek sevme biçimi budur.
"O halde nedir bize gereken?" diye sordu doktor çocuğa gülümseyerek.
Cottard birden arabanın kapısını kavradı ve kaçmadan önce ağlamaklı ve öfke dolu bir sesle bagırdı:
"Bir deprem. Gerçek bir deprem!"