Şerefsiz! Ahlaksız! Yılan! Sefil! Melun! Estagfirullah! Estagfirullah! Estagfirullah! Allahümmagfirli ma kaddemtu ve må ahhartú ve má esrartu ve må alentu vemå esraftü ve må ente a'lemu bihi minni entel-Mukaddemûve- entel-Muahharu la ilahe illa ente! Aaah! Ah! Ne barbardı o! Asla tahmin edilemez bu yılan, vaatlerini ve sözlerini hiçbir zaman tutmaz, gerekçe olarak da Dünya'nın nizamsız, kanunsuz, kaidesiz ve asla ölçülemez olduğunu gösterirdi. Dünya'yı ölçmek için yanıp tutuşan âlimleri, onda bir vezin, bir kâfiye bulmaya çalışan sanatkârları, ve nizam getirmeye teşebbüs eden üniformalı zorbalarla din adamlarını yansallardı. Bu şerefsiz Mogol'a göre, Dünya'yı ölçmek isteyen alimlerin Kabe'si olan Luvr'da muhafaza edilen o "platin metre'nin bile fazla kıymet-i harbiyesi yoktu! Çünkü Paris oradaysa, arşın da barbarın apış arasındaydı ve o, bunun doğrultusunda ilerleyerek, öfkeden kuduran bir kurt gibi guramer ve imlanınkiler dahil bütün käideleri iştahla çiğnemeye kararlıydı. Luvr'dakinden farklı olarak onun zehirli yılanı, gerçekleri ölçme değil, değiştirme kudretine sahipti. Fesli yahut silindir şapkalı olsun veya yeşil sarıklı ya da ûnî- formah, dört ayak olarak hakikat sandıkları şeye secde eden her kıçı açık maymunun tam arkasında hazır bekleyen bu mútekamil homo erektus, onları kevnlerinden gebe bırakıp bagirta bağırta, şu ezeli ve ebedi hakikati ağızlarından do- gurtabilirdi: 'Ey Ogeday! Ey yüce Moğol! Sen ekbersin! Bizler ise acınası maymunlarız.
Şurası önemli ki bu insanlar, elbiseleri ve konuştukları dil sayılmazsa, Allâhhu Teâlâ onları nasıl yaratmışsa öyleydiler. Tabiîliklerinden bir şey kaybetmiş değillerdi. Kaşınmak, sümkürmek, yestehlemek onlar için ayıp şeyler sayılmazdı.
Gerçi Ramses kendine piramit yaptırmıştı ama, bunda kibir mibir yoktu. Bu sadece sağlık sıhhat nedeniyleydi ve zavallı, ahırette selâmette kalmak azmindeydi. Gerçi adam ilâhlığını da ilân etmişti. Ama o devirdeki ilâhların hemen hepsi alçakgönüllüydü ve hiçbiri ‘Dünyayı ben yarattım!’ demiyordu.
“Çünkü zaten aşk sarhoşu olan İhsan Sait, bir de içtiğinde yüreği daha bir hızlı çarpıyor, ayaklarına zincirle bağlanan bir kayadan ibâret çâresizliği onu, yalnızlık okyanusunun tâ derinlerine çekiyordu.”
Kendi dünyasını fethettikten sonra gözyaşları içinde erime değil, donma havasına girmişti. Bitkin bir yüz, bezgin bir sükûnet, ilgi ya da tatminden zerre etkilenmeyen bir itidal onun ganimetleridir.