Osmanlı imparatorluğu herhangi bir veya iki devletin Siyasal tekeli altında değildi. Büyük devletlerin hepsine karşı güçsüzdü, fakat denge politikası izleyecek kadar bir siyaset yapma yeteneğine sahipti.
Tanzimat devri tarihi ve dramatik, ne grotesk, ne de mutantan (tantanalı, debdebeli) bir tarihtir, kelimenin tam anlamıyla bir trajedidir. Trajik bir çözülmezliğin içten içe, ağır ağır kaynamasıyla tarihin ilerlediği bir zamandır. Bir toplumun kurumlarıyla, gelenekleriyle, devlet adamlarıyla kaçınılmaz bir yazgıya doğru ilerlediği, karanlığın ve gafletin yanında fazilet ve aydınlığın ortaya çıktığı, çöküşle ilerleyişin boğuştuğu, Osmanlı tarihinin en uzun asrıdır.
Toplumda zevkler değişmişti; resimde, mimarlıkta, musikide gelenekselin yanında bir yeni vardı. Bu daha çok Avrupa’dan etkilenen bir yeniydi. Parlak bir başlangıç sayılmazdı, güçlenip yayılmadı, ama eskiyi etkiledi, değiştirdi.
Türkiye yönetimi ve eğitimi kaçınılmaz olarak batılılaşıyordu. Modernleşme eğitime yansıdıkça medrese çevresi ve ilmiye sınıfı bunun dışında kalıyor, devlet ve toplum hayatındaki eski egemen rolünü kaybetmeye başlıyordu. İran’ın modernleşmesi ile Osmanlı modernleşmesi arasındaki en önemli fark budur. İran’da adeta ruhban sınıfı diyecegimiz din adamları modern eğitimi de alarak yerlerini muhafaza edebilmişlerdi.19. yüzyıl bir kültürel düalizm asrıdır. Bu hukuk ve idare alanında da böyledir. İşte bu sancılı durumdur ki, önce Jön Türkleri, sonra Cumhuriyetçileri başarılı bir biçimde radikal çözümler aramaya sevk etmiştir.
Tanzimat dönemi, ferdin hayat ve kazanç güvenliğini sağlamaya yönelik hareketler ve yasama girişimleri ile başladı. Rejimdeki Avrupalılaşma kanun devleti olma hareketi kurumlara, oradan eğitime ve düşünceye yansıdı. Türk toplum hayatına kadın girdi.
Namık Kemal’in özgürlükçülüğü ulusçu bir esasa dayanmaz. Onun “vatan”ı İslamların vatanıdır. Laik de değildir. Latin harflerine karşıdır. Medeni kanunun adını ağzına almaz. Ama ondan daha İslamcı olan ve parlamento’yu bile gerçek temsili bir organ olarak görmeyecek kadar otoriteye baş kaldıran Ali Suavi, bir çok yönleriyle meşrutiyet reformlarının da ötesinde taleplerde bulunur. (Daha öz Türkçe, tek evlilik ve hatta Ulusçu yaklaşımlara sahip olduğu görülüyor).
17. yüzyıldan beri Japonlar Avrupa tıpını, tektiğini ve düşüncesini izliyordu. Avrupa düşünü ve medeniyeti ile Japonya’nın ilişkileri dün böyleydi, bugün aynı şey daha yoğun olarak sürüyor. Japonya 19. yüzyılda Alman Medeni Kanunu’nu kabul etti. Bu İsviçre Medeni Kanunu gibi değil, derin hukuk bilgi ve yönetimi isteyen bir metindir.
Batılılaşma, yani batı gibi olmak, batıyı benimsemek. Bu kavram Türkiye’nin hayatında 18. yüzyıldan beri rahatsız eden, görünmeyip hissedilen bir Demokles kılıcı gibi var.
Şeyh el - Kassam’ın Filistin tepelerinde şehit edilmesinden yarım yüzyıl geçmeden, İslamcıların mücadele alanına geri döndükleri görünüyor. Hem de mücadelenin tam zamanında…