"Ben keyif aramıyorum. Tanrı'yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum… Mutsuz olma hakkını istiyorum."
İhtiyar Kızılderililerin bize anlattığı, Mâtsaki'nin Kızı'yla ilgili bir hikâye vardı. "Kıza talip olan delikanlılar, bütün bir sabah boyunca kızın bahçesini çapalamak zorundaymış. Kolay görünüyormuş; ama büyülü sinekler ve sivrisinekler varmış. Delikanlıların çoğu ısırılmaya ve sokulmaya dayanamamışlar. Fakat dayanabilen bir tanesi kızı almış."
"Çok hoş!" dedi Denetçi. "Fakat uygar ülkelerde, uğrunda çapa yapmadan kızları elde edebilirsiniz; üstelik sokan sinek ya da sivrisinekler de yoktur. Yüzyıllarca önce köklerini kazıdık."
Vahşi kaşlarını çatarak başını salladı. "Köklerini kazıdınız. Evet, kesinlikle sizin tarzınız. Katlanmayı öğrenmek yerine tatsız olan her şeyin kökünü kazımak. Hangisi daha onurludur usumuzca, acımasız kaderin sapan taşlarına ve oklarına katlanmak mı, yoksa silah kuşanıp karşı koyarak son vermek mi dert yağmuruna... Ama siz bunların hiçbirini yapmıyorsunuz. Ne katlanıyor, ne de karşı koyuyorsunuz. Yalnızca sapan taşlarını ve okları siliyorsunuz yeryüzünden. Kolayına kaçıyorsunuz."
Kendini dış gerçeklikle karşı karşıya buldu, etrafına baktı, gördüklerini tanıyordu; derin bir vahşet ve iğrenme hissiyle, günlerini ve gecelerini dolduran bitmek bilmez delilikten, her tarafta kaynayan ayırt edilemez aynılık kabusundan tanıyordu.
Məktəb illərimdə dərs ilinin əvvəlində ən sevdiyim məşğuliyyətlərdən biri ədəbiyyat dərsliyindəki hekayələri ilk günlər oxuyub bitirmək idi. Uzun kitablar oxumağı sevdiyim qədər qısa və öz hekayələr oxumaq hər zaman fərqli hiss etdirib. Verilən mesajlar, tam açılmamış xarakter özəllikləri oxucunu hadisələr üzərində düşünməyə sövq edir. “Sel” mənə