Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Gün saltanatıyle gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
...
Ey unutuş! kapat artık pencereni,
Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni;
Çıkmaz artık sular altından o dünya.
Bir duman yükselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş o şeylerden.
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutuş! kurtar bu gamlardan beni.
Kitabı iki kısma ayırıyorum ve iki kısmın da aynı kişi tarafından yazıldığını bir türlü kabul edemiyorum. Ferit'in Matmazel Noraliya'nın evine taşınmadan önceki ve sonraki hayatı.. İlk kısmı ne kadar sevmediysem ikinci kısmı o kadar sevdim. Ne yazık ki okuduğum incelemelerde göremediğim detay, ilk kısımda bulunan iğrenç sahneler ve tasvirler.. Belki Ferit'in 'hayvani isteklerini dizginleyemeyen biri' olduğunu belirtmek için bu sahneler gerekliydi diyeceksiniz ama bu kadar ayrıntılı tasvir edilmesi bence hiç hoş değildi ve beni rahatsız etti. Afedersiniz çıplak bir hayaleti bu kadar detaylı anlatmaya ve bunu tekrarlamaya ne gerek vardı, hala anlamıyorum. İlk başta okurken çok zorlandım ve bırakmamak için kendimi zor tuttum. Dili başta biraz ağır geldi ama okudukça alıştım. Bazı kelimelerin anlamları da dipnotta belirtilmiş zaten. Kitabın en sevdiğim yeri Matmazel Noraliya'nın olduğu satırlardı. Bütün hikaye Matmazel Noraliya hakkında olsaydı hiç tereddütsüz sıkılmadan okurdum. Son bölümlerde, özellikle Ferit ve Aziz arasında ve Ferit ile kendi arasında çok güzel diyaloglar vardı. Ferit'in bazı "şeylerin" farkına varışı da çok güzeldi. İşte sonunun bu kadar güzel olması için Ferit'in en dipten başlaması gerekirdi belki ama hala o ayrıntılı tasvirlere, o iğrenç sahnelere gerek olmadığını düşünüyorum. Bu yüzden kitabı tavsiye etmeye kendimi ikna edemedim. Ah Matmazel Noraliya, keşke senin hikayeni okuyabilseydim!
Ahmet Uluçay'ın Bozkırda Deniz Kabuğu filminin senaryasonu yazma sürecini içeren kitap, filmlerinin Bir şerhi, içinde dünyadan azade yaşattığı Yakup'un anlatısıdır.
Ne ironidir ki -oyunlarla, kurgularla çevrili dünyamızdan çok daha sahici bir vaadi taşıyan- öykünün sonu kayıptır.
Tıpki bir tarafı hep eksik kalan, tutunamayan Yakupların yarıda bırakılmaya zorlanmış gibi, Tıpki Uluçay'ın bitirmeye ömrünü yitiremediği filmi gibi...
Biz düş yoksulu olduk Yakup. Benim sevgili çocuğum...
Eski bir rüyanın peşine düşmüş, yitirdiğim deniz kabuklarını arıyorum bozkırda...