Satranç oyunu, insan zihninin çok yönlü algılayışının gizemli sonsuzluğuna bir çağrıdır. Stefan Zweig bu romanı ile zihnin duygu ve düşüncelerle senkronizasyonu gerçekleşmesine muhteşem bir anlatı ile yer veriyor.Bu anlatı birey olarak tek tek hepimizi Felsefi psikolojik açıdan edebi bir metinle yakalıyor.
Peki aslında yazar neyin çağrısını yapıyor, ya da bize hangi seçenekleri sunuyor bu romanında?
Anımsanacağı gibi roman bir profesörün Naziler tarafından sorgulanmak üzere zorla alı konmasıyla biçimlenir. Profesör otel odasında zamanın yıpratıcı belirsizliğine terk edilmiştir,yapayalnızdır.
Bu durum onun sorgucularına koşulsuz teslimiyetine neden olacakken, zihni ile girişeceği bir eylem her şeyi değiştirecektir.
Satranç Romanı, insan zihnin gerçekliği büküp anlamının üstünde bir değere kavuşturmasının anlatısıdır bence. İnsanın hayatı doğayı değiştirme gücü de buradan gelir.Her zaman olumluya işlemese de bu zihinsel güç insanı diğer tüm canlılardan ayıran yegane güçtür. Öyleyse satranç romanın kahramanı ile kendimizi özdeşleştirerek karşılaştığımız herhangi bir gerçeği kendi arzuladığımız değere kavuşturma gücünü gösteremez miyiz ? Örneğin içinde bulunduğumuz bu salgın karantinasının içinde bize ne düşüyor? Toplumu ve kendimizi yaşadığımız gerçeğin üstüne çıkaracak gücümüzü keşfedemez miyiz? kendi satranç tahtamızı (hayatımızın) çok iyi tanıdığımız karelerinde yeni hamlelerle piyonların önümüzü tıkadığı bir çok mecburi hamleden kurtulup, yeni bir oyun kuruculuğunu başaramaz mıyız?
İşte Zweig bunun mümkün olduğunu göstermiştir satranç romanında ...Bu romanın çağrısı budur.