Kent'te gördüğüm ve konuştuğum ve benimle konuşan Kadın.
Işıksız bir odadaydım. Odamda olduğunu söylediler. Yatağımdaydı, benimdi tümüyle, ışıksız! Çok heyecanlandım, çok heyecanlandım çünkü ailemle birlikte kalıyordum. Bir korkudur aldı beni. Yırtık pırtık giysiler içindeydim, ben. Kibarlar alemindendi o, kendini vermeyi bilen; gitmesi gerekiyormuş!
Tarifsiz bir acı duydum: kucaklayıp yatağın dışına yuvarladım. Hemen hemen çıplaktı. Çok çelimsiz olduğumdan üstüne düştüm ve onunla birlikle sürüklendim halılar arasında, ışıksız!
Bizimkilerin lambaları art arda, kırmızı ışıklarla yanıyordu yandaki odalarda. Kadın gözden kayboldu o zaman. Tanrının istemediğinden de çok gözyaşı döktüm.
Sonsuz kente çıktım. Ey yorgunluk! Sağır gecede ve mutluluktan firarda boğulmuş. Dünyayı kar altında soluksuz bırakmak isteyen o kış gecelerinden biriydi sanki. Haykırıp "nerelerde o kadın? " diye sorduğum dostlar doğruyu söylemiyordu.
Onun geçtiği yere bakan pencerelerin önündeydim her akşam: kefenli bir bahçede koşuyordum. İttiler beni. Sonsuz gözyaşları döktüm bütün bunlara. Sonunda toz dolu bir yere indim ve çatılar üzerine oturdum.
Ve bu geceyle tükenmeye bıraktım bütün gözyaşlarımı gövdemin.
-Yine de yıkılmışlığım hiç terk etmedi beni.
Anladım ki günlük yaşamını sürdürüyordu o; ve iyiliğin aynı yere dönmesi bir yıldızın dönmesinden daha uzun zaman alıyor. Dönmedi ve dönmeyecek odama gelmiş olan o Tapılası Kadın, -hiç ummadığım bir şey.
Gerçek, bu kez, dünyanın bütün çocuklarından daha fazla ağladım.
Bir zamandır görüyorum,
her şey nasıl değişiyor.
Bir şey ayağa kalkmış, eyliyor
ve öldürüyor ve acı veriyor.
Bir andan ötekine
aynı bahçeler değil artık bahçeler;
sararıyorken ağır ağır,
sapsan çürüyor;
yol nasıl da uzaktı bana.
Şimdi boşluktayım
bütün bulvarlara bakıyorum.
Uzak denizlere kadar, neredeyse,
Ciddi, ağır, gökyüzünü
mânilerini onun
görebiliyorum.
Yapraklar düşüyor, sanki çok yükseklerden inercesine,
sanki göklerdeki uzak bahçeler sararıp soluyor;
düşüyorlar “hayır” dercesine.
Ve o ağır dünya düşüyor geceleri
yıldızlardan, yalnızlığa.
Hepimiz düşüyoruz. Şu el, düşüyor.
Bak başkalarına: Herkesinki öyle.
Ama biri var, bu düşüşü
ebedî bir şefkatle tutuyor ellerinde.
11 Eylül 1902
Paris