Murat Menteş'in okuduğum dördüncü kitabıydı ve en sevdiğim oldu
Yazarın diğer kitaplarında olduğu gibi eğlenceli üslubu ve sıradışı karakterleriyle kahkaha dolu bir kitaptı. Aynı olayı birden fazla karakterden dinlemek okumayı benim açımdan zevkli hale getiren en önemli unsur; her olayda Ruhi Mücerret burada ne düşünerek böyle söyledi Civan Kazanova neden öyle davrandı diyerek daha heyecanla okudum.
Ruhi Mücerret karakterini gerçekle hayal arasında tonton dedem olarak çok sevdim. Murat Menteş'in en komik karakteriydi bence.
Eğlenmek isteyenlere canı sıkılanlara kesinlikle öneriyorum. İyi okumalar :))
Ruhi MücerretMurat Menteş · April Yayıncılık · 201315,4bin okunma
Mü'min Müslümanın rûhu onun yaşadığı, hattâ bulunduğu her yere nüfûz eder, nüfûz ettiği gibi de hâkim olur ve kendini hemen, orada bulunan ve oraya gelen herkese bütün ihtişâmı ve letâfetiyle hissettirir. İlk tezâhürü huzûr, ikinci tezâhürü güzelliktir.
Rûhu olmayan güzellik geçicidir ve bir gün çürüyüp gitmeye, yok olmaya mahkûmdur. Mü'min Müslümâna has güzellik ise onun özünde olan ve onu biteviye besleyen rûh yaşadıkça, taptâze ve pâk yaşamaya devam eder.
Her farklı adlandırma devlet gücünün farklı bir tarzda kullanılması önerisini içinde barındırma gayesi güdülerek seçilmiştir. Demek ki işin püf noktası insanların topluluk halindeyken hangi biçime sahip oldukları noktası değil, hangi biçimin onları topluluk kıldığı noktasıdır. Devletin seçtiği biçimle, topluluğun kendini tanımlarken seçtiği isim mutabakat haline gelirse Türkiye'de devletle millet arasındaki mesafe kapanmış olacaktır. Bunun anlamı her iki unsurdan birinin kendini diğeriyle açıklandığı bir yapıya kavuşması demektir. Devlet dediğimiz zaman sadece resmi bir örgütü değil, millete mensubiyetin örgütlenmiş halini anlarız. Millet dediğimiz zaman da aklımıza o topluluğa devletin kazandırdığı teşekkül tarzı gelir.
Bir türlü geçemediğim husus insanın insanla bağlantısını neyin ihdas ettiği hususudur? Bu konuyu merak ediyorum zira insanların insanlarla gönül bağı kurduklarına dair ciddi şüphelerim, derin endişelerim var. Televizyon ekranlarında karşıma çıkan insan görüntülerinden, günlük hayatımda karşılaştığım insanlara kadar her bana benzer yaratığa bakıyor ve soruyorum: Bu insan ne kadar ben? Ben ne kadar bu insanım? Kan bağı da dahil olmak üzere insanı insana bağlayan asli ve esasî bağlar yürürlükte mi? Eğer insanlar arasında hayatın idamesine hizmet edecek değerdeki geçerli bağlar varsa bize acı veren bütün zorlukların aşılabileceği inancı var içimde. Ama eğer bağlar aslî ve esasî değilse zorlukların çoğalacağını ve beni nefes alamaz derecelere getiren sıkıntılara sokacağını görüyorum.
Türkiye'de yaşayan biz insanlar ne durumda olduğumuzu biliyor muyuz? Daha da ötede "ne durumda olduğumuz" konusunda kaygılanıp kaygılanmadığımız bir soru olarak önümüzde mi? Elbet bazı dertlerimiz, halline uğraştığımız birçok işimiz var. Hoşnutluk veya rahatsızlık hissine kapıldığımız birçok durumla içiçeyiz. Ama bana öyle geliyor ki, bunların, yani dertlerimizin ve halletmek istediğimiz işlerin mahiyeti daha az kaygılandırır oldu artık bizi. İşlerimizle uğraşıyoruz; ne var ki işlerimizin neye değdiğiyle ayrıca uğraşmıyoruz. Yaptıklarımızda bir şeyler eksik. Bir şeyleri kaybettiğimiz besbelli.