Yaşam varlığa giriştir. Eğer yaşam ölümlü ise
varlığın sürekliliği ölümsüzdür. Sürekliliğe yaklaşım, süreklilik sarhoşluğu ölümü yönetir. îlk olarak erotizm kaygısı, süreksiz varlığın durumuna bağlı karamsar düşüncelerin unutulması gibi durumların hepsini aşar. Sonra, gençlik sarhoşluğunun ötesinde, bize ölüme karşıdan yaklaşma gücü ve ölümdeki bilinmez ve anlaşılmaz sürekliliğe açılışı görebilme ( ki bu
erotizmin gizidir ve sadece erotizm bu gizi sürdürebilir) gücü verilmiştir.
İnsanın kendisini ürküten bir olguyu kontrol edemedençok az miktarda bile ışık saçma şansı olduğunu sanmıyorum.Bunu erotizm ve ölümün mekanik bir düzen içine girdiği ve artık korkmak için hiçbir nedenin kalmadığı bir dünyayı istemek anlamında söylemiyorum. Fakat insan kendini tedirgineden olguyu aşmalı ve ona karşıdan bakabilmelidir.
(...) kafamıza taktığımız bu terkedilmiş dünyada insantutkusunun tek bir nesnesi vardır. Bu nesnenin değişik görünüşleri vardır ve onu ele alış yöntemlerimiz farklıdır.
Oysa "iletişimin temeli"nin ne söz, hatta ne de sözün temeli ve noktalama işareti olan sessizlik olması gerekir, "iletişimin temeli" ölüme maruz kalmaktır; benim ölümüme değil, canlı ve en yakın mevcudiyeti bile zaten ezeli ve katlanılmaz yokluk olan, tutulan hiçbir yasın yokluğunu azaltmaya yetmediği ötekinin ölümüne maruz kalmaktır. Ötekinin bu yokluğuna bizzat yaşamın içinde rastlanır; bu yoklukla _önsel bir kayboluşun sürekli tehdidi altındaki kırılgan mevcudiyetiyle_ dostluk oynar ve her an kaybeder (...)
Bizi biz yapan meçhul kişiyi keşfeden dostluk; ve özellikle bizden başkalarının da hissettiği kendi yalnızlığımızla buluşmak böyle bir şeydir ve böyle kalır ("aşırılığın sonuna kadar tek başıma gitmeye muktedir değilim.")