Hayattan hiçbir beklentim yok. Bu delirmiş dünyada tek başınasın, herkese ve her şeye rağmen hâlâ hayattasın. Bu bile başlı başına oldukça yorucuyken işleri daha da zorlaştırmanın bir manası yok.
Bir ara İsmet bana vuracakken Serkan araya girecek oldu, "Çekil lan önümden göremiyorum," deyip ittim Serkan'ı. Film izler gibi izledim yediğim dayağı. Ağız tadıyla yedim dayağını İsmet'in. Oh be dünya gözüyle bunu da gördüm.
Amacım belliydi: bir an önce bu anı, en acısız sızısız şekilde atlatmak. Ben bu maçın zaten galibi olamazdım, beraberlik peşinde bile değildim, fark yemeyeydim yeter.
Akşam inecekmiş de keyfi olmadığı için kendi yerine eniştesini göndermiş gibi. Ayakları kokan, tedbirli ve biriktirdiği parayı faize koyan bir akşamüstü.
Bize direnme gücü veren en sahici duygu, aidiyet duygusudur. Ya bir şeye ait hissederiz ya da bir şeyin bize ait olduğunu. Belki de Hasan'ı bu kadar çok sevmemin sebebi de bu. Hasan'ı. Oğlumu.
Yaptığım şey kimseye inandırıcı gelmeyecek, çünkü gerçek! Gerçek bir şeyin inandırıcı olmak gibi bir zorunluluğu yoktur. Hayatta bir şey olur. İster inanırsınız ister inanmazsınız.
Sevdiğinin mutluluğu için kendi aşkını içine gömmek, olağanüstü bir yüce gönüllülük değilse neydi? Hayatı boyunca pişmanlık duyacağı bir aptallık olabilir miydi mesela?