Bunun üzerine elinde gümüş kırbacı ayağında portakal rengi çizmeleriyle Atatürk, salonda iki sıra halinde dizilmiş oturan grubun arasında, düşünceli ama kararlı bir yüz ifadesiyle gidip gelirken şunları söylemiştir:
"Evet evet... Bu topraklarda düşman çizmesi gezemeyecek ve bu millet esir olmayacak!"
Gazi sözlerini bitirdikten sonra kadehi eline alarak şöyle dedi:
"Eskiden bu içkinin bin katını çöplüklerinde gizli gizli içerek çeşitli kötülük yapanlar, ikiyüzlü sahtekârlar vardı. Ben sahtekâr değilim. Hepinizin önünde, ulusumun onuruna içiyorum."
"Sende bir şey var, öyle bir şey ki, hiçbirinde rastlamıyorum. Öyle bir şey ki, işte bütün endişelerim senin yanında yok oluyor. Ruhuma bir şifa bir huzur geliyor!"
Yaklaşık bir buçuk sene önce elime geçen bir kitap. İlk okuduğumda ağlattığı gibi alıntı yazma amacıyla elime alıp cümlelere göz gezdirirken dahi içimi tuhaf etti. Atamızın son 300 gününe tanıklık etmiş kişilerin yazdıkları veya anlattıkları anılardan yararlanıldığı kitabın 11. Sayfasında belirtiliyor. Okurken en çok sevdiğim detay sanırım Atatürk'ün insancıl yönlerinin de ele alınması oldu. Dünya çapında bir lider ve yepyeni bir ülkenin tek hakimiydi fakat "küçük" bir sorunu vardı, o da yalnız olmasıydı. Gerek genel sekreteri Hasan Rıza Soyak'a söylediği "Yalnızım çocuk, bunalıyorum." Şeklinde olan ifadesinden gerekse yine bunaldığı bir vakit saraydan gizlice kaçıvererek Boğaz'da bir Rum meyhanesine gitmesinden bahsedilen kitapta Atamızın o dönemlerde çektiği zorlukları daha iyi anlayabiliyor, insani yönünü gördüğümüz için daha yakın hissediyoruz. Dönüp dönüp tekrar okumak istediğim bir kitap ve kesinlikle okunması gerektiğini düşünüyorum.
Sarı ZeybekCan Dündar · Milliyet Yayınları · 19941,783 okunma
Atatürk'ün son 24 saatinde
Hasan Rıza Soyak (Genel sekreteri) Kılıç Ali'ye (Atatürk'ün koruması) dayanamayarak büyük bir teessür içinde;
'Kılıç bak, koca bir tarih göçüyor.' dedi
... Türklüğü her yerde olduğu gibi bütün şan ve şerefiyle muzaffer ve galip çıkarmak lazım geleceği hissi bütün aşkına üstün geldi ve o dakikadan itibaren mukaddes bir maksada hizmet etmek... Aşk ve sevda gibi geçici, ardı sıra hüsranlar, pişmanlıklar bırakıcı hislere boyun eğerek çocukça hareket edecek yerde bütün o hayalperverliği bir tarafa bırakarak cemiyet içinde Türklüğün bir vahşet örneği değil bir ziynet, Türklerin de medeni bir millet olduğunu bir İngiliz kızına karşı ispat eylemek lazım geleceğini düşünerek derhal hareket tarzımı değiştirdim.
Millet vardır, onun tarihi, tek sütun üzerine oturtulmuş bir kemer gibi, tek bir kahramanın etrafında örgülenir. Millet de vardır, onun tarihi, yüzlerce kubbesi olan bir mabet gibi, binlerce sütuna dayanıp yükselir.