Gerçeğin ölümcül yüzüne muhatap olma zarureti ortaya çıktığında hayatta kalabilmek için, tahammül sınırlarımızı genişleten çareler bulmaya çalışıyoruz. Yalanlar,unutmalar, yok saymalar, reddedişler ve bunlara benzer başka şeyler.
Tutku yapısı gereği kör olması nedeniyle akıl olmadan hiçbir şey yapamaz ancak aklı dayanak olarak kullanınca tutku en güçlü iradeleri bile yerle bir edecek güce ulaşabilir.
İnsanların çoğu dışarıdan birileri tarafından yönetilir. Tıpkı Dünya'nın Güneş etrafında dolanırken izlediği yörüngeyi sorgulamadığı gibi modayı, fikirleri sorgulamadan takip ederiz.
"Şân-ı şöhret için aman özenme, enzâr-ı nâs (insanların bakışları) için sakın bezenme."
Çünkü bir insanın etrafındaki alkışlara kulak vermesi ve amiyane tabirle tribüne oynaması, yaptığı çalışmaların hedefini saptırması açısından çok tehlikelidir.
Yalan ; yaptığı işlere kendini inandırmasaydı, bu kadar benzemezdi gerçeğe. Kendi inanmasaydı, inandıramazdı. Sanıyor musun ki aldatabilirdi, yalan yalan olsaydı.
(?)
"Sabah sabah insanını denedim dünyanın
Cimrilikle dolu deriler yürüyordu
Başka bir şey göremedim
Sonra kanaat kınından bir kılıç çektim
Keskin tarafıyla onlardan
Ümitlerimi kestim" İmam Şâfiî
Bence 'gerçek özgürlük' sorunu burada yatmaktadır ; algılamalarını belirleyen zeminlerin farkında olmayan bir kişi, sürekli o zeminler çerçevesinde algılamaya mahkûm kalacak, o zeminlerin ötesine geçemeyecektir.
Burada söz konusu ettiğimiz algılama özgürlüğü, tüm özgürlüklerin temelinde yatar. *Algılama özgürlüğü olmayan bir insanın bireysel ve sosyal özgürlüğünden söz edemeyiz.*
Kitleler hep böyle davranmayı yeğlemiştir zaten. Belirsizlikten korkar, kendilerine anlatılan en saçma sapan şeylere dahi hakikat tutunacak bir dal sunmadığı için büyük kalpleriyle iman ederler.