…biraz akıllı, tedbirli davranan, hırslarını, tutkularını yenebilen insanoğlunun, sorumluluklarından kolayca sıyrılması hemen de imkansızdı. Çünkü insanoğlu yaptıklarından, hatta aklından geçirdiklerinden, hatta yakınlarının yaptıklarından, tasarladıklarından değil, yüz yıl, iki yüz yıl sonra yaşayan, büyün insanların yaptıklarından, daha beteri akıllarından geçirdiklerinden de sorumlu görünüyordu……… Ancak insanın insana kahpelik etmesi ortadan kalkınca kurtuluş var.
Kamil Bey, yaptığını, aynı zamanda hem gizlemek hem de haykırmak isteyen bazı sanatkarların sanatlarını iyi anlayanlar karşısında kapıldıkları derin sevinci duydu.
Çünkü gerçekten bilebildiğimiz tutkular, başkalarının tutkularıdır ancak; kendi tutkularımız hakkında bilebildiklerimizi ise başkalarından öğrenmişizdir. Tutkularımız bizi dolaylı yoldan, ilk dürtülerimizin yerine daha münasip başka dürtüler koyan hayal gücü aracılığıyla etkiler.”
“Yaşarken insanın işine yarayacak en güçlü his korkmak çünkü. Korkarsan, hele de onsuz ne yaparım, endişesi sararsa içini, işte o zaman bir umudun vardır.”……. “Korkarsan deli gibi sarılırsın hayata. Kaybetmemek için daha çok seversin. Sevdikçe için ona geçer. Lehimler seni hayat…”
Dükkanda son kalanlarla garibanlara bir hafta şölen düzenledi. Masa sandalye, kap kacak satıldıktan sonra cama şu notu yazıp evine çekildi: “Elbet yine geliriz…”
İzmir’de bütün acıları ve sevinçleri çabuk unuturuz biz. Çünkü insanın zamanı dikey uzar. Geriye dönmeye müsait değildir. Hiçbir şeyi biriktirmeden ölür gidersiniz. Ama misal, kediler için zaman yataydır. Dolayısıyla onlar hep anılarını yan yana dizer, sık sık eskiye bakarak ürker ya da gülümserler. Kokuları ve yüzleri de -galiba bu yüzden- hiç unutmazlar.
………Sonunda ben de kediler gibi zamanı yatay yaşamayı öğrendim. Durup geriye doğru bakıyorum artık. Oradaki güzel anıları alıp çekiyorum…… Siz de deneyin. İyi olan her şey yeniden size dönebiliyor hayatta.”
İnsan hayata dayanmakla da meşhurdur. Böyle olmasa bugünü görmek mümkün olmazdı. Ha, bu iyi bir şey mi? Onu bilmiyorum. Ama içimizde bir yaşamak kurdu var işte.
Hayat ucuza çıkarılmak istendiğinde yaşanan hikayesizlik, kaçınılmaz olarak üretilmiş sorunlarla doldurulmuş olmak zorunda. Hayatın içine daldığımızda yaşanan trajediler ise zamanla tecrübeye dönüşebiliyor, acıtmış olsalar da bir şeyler götürmüş olsalar da insana bir şeyler katarak. Üretilmiş sorunlardan ders alınabilmesi mümkün değil, çünkü onlar trajedinin karikatürü.
Daha ötede bilmediğim pek çok şey olmalı. Cevapsız kalan bütün bu sorular beni rahatsız etmiyor, çünkü insanın hazır olduğu cevaplara ulaşabildiğine inanıyorum.
“Anlaşılabilme umudunu tüketen insanlar, dünyayla ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar; kurtulması güç bir uzağa düştüklerini farkedemeden…. Kendini var hissedebilmenin tek yolu da beğenilmenin sürekliliğini sağlamaya yönelik bir hayat tarzı… İnsan bir yerde varolmadığında, bir başka yerde abartılı bir biçimde belirebilen bir varlık.”
Ben bir korsan gemisinin güvertesinde doğmuş, büyümüş bir gemici gibiyim. Onun ruhu fırtınalara, çarpışmalara alışıktır ve kıyıya atıldığında, gölgeli koruluk ne kadar çekerse çeksin onu, dost güneş ne kadar gülümserse gülümsesin ona, canı sıkılır, acı çeker. Kumsalda dolaşır bütün gün, birbiri arkasından kıyıyı döven dalgaların tekdüze uğultusunu dinler, sisli enginlere bakar: Mavi derinlikleri gri bulutlardan ayıran o soluk çizgide, önce bir martının kanadına benzeyecek, ama sonra yavaş yavaş dalgaların köpükleri arasından sıyrılacak ve bu ıssız limana koşar adımlarla yaklaşacak olan umutla o yelken görünüyor mu diye…