"mavi bir ışık vardı ben işte onu kaybettim
ben gölgemi kaybettim max jacob'un şiirlerini
sen avucunda bir lokma rüzgâr tutuyordun
bu rüzgâr için şairliğimi hınzırlığımı kaybettim
aklımdan sen geçiyorsun bir bulut gibi geçiyorsun
dün gece ezberimden çehreni defterime çizdim
sen belki hakikaten bir bulut gibi yolcusun"
Enfes bir akşam bu, sakin ve geniş,
Kutsal zaman hayranlıktan nefesi
Kesilmiş bir rahibe kadar sessiz,
Sükuneti içinde batıyor koca güneş.
Göğün yumuşaklığı oturmuş deniz
Üstüne. Dinle! Yüce Varlık uyanık
Ve sonsuz hareketiyle gök
Gürler gibi bir ses çıkarıyor -bitimsiz.
Canım çocuk! Canım Kız! Yanımsıra yürüyen,
Kutsal düşünceler sana uğramadıysa bile
Tabiatın daha az Tanrısal değil:
İbrahim'in göğsünde yatıyorsun koca yıl;
Tapınağın ta kalbinde ediyorsun duanı,
Farkında değilken bizler, Tanrı seninle.
Bir uyku mühürlemişti ruhumu,
İnsani kaygılar uzaktı bana,
Sanırdım ki dünyevi yılların hükmü
Asla geçmezdi o kadına.
Şimdi hareketsiz, halsiz büsbütün,
Ne duymakta ne de görmekte,
Yuvarlanıp gitmede her gün,
Kayalar, taşlar, ağaçlarla birlikte.
Göğsü mehtaba doğru inip kalkan bu deniz,
Şimdi uyuyan çiçek, ama sonradan tekrar
Uluması saatler boyu sürecek rüzgâr.
Bunların ve hepsinin havasında değiliz.
Coşturmuyor bizleri, Tanrım! Ah neden sanki
Eski inancı emmiş bir Pagan değilim ben?
O zaman bu hoş kırda durup baktığım yerden
Hüznümü azaltacak şeyler görürdüm belki.
Sudan kalkan Proteus'u görür, duyardım
Triton'u çelenkli borusunu üflerken.
Ben şapkamın altında
şakıyan bir kuş uçurup
herhalde Umberto Eco'nun
ya da elindeki gülü sallayan
ona benzer bir keskin zekâlının
önderliğinde
sanal gerçekliğe karşı
bir gösteriye katılırken
Karanlığın bir anda öldürebileceği
bir yüzdü o
gülüşün ya da ışığın aynı kolaylıkla
incitebileceği bir yüz
"Geceleri başka türlü düşünürüz"
demişti bir keresinde bana
uzanmış sırtüstü yatarken
Sonra Cocteau'dan sözler aktarırdı
“İçimde durmadan irkilttiğim
bir melek olduğunu
hissediyorum" derdi
Sonra gülümser uzaklara bakar
bana bir sigara yakar
içini çekerek kalkar
sevimli anatomisiyle
gerinir
elindeki bir çorabı paraşüt gibi
bırakıverirdi yere
Ve yüreği deli gibi atarken onu kucaklayarak bağrına bastırdı, gözkapaklarını ve dudaklarını öptü, sonra kendisinden birazcık uzaklaştırıp yanaklarını avuçlarının içine alarak gözlerinin içine baktı, gözbebeklerinin içinde kendi küçücük yansımasını gördü, sonra yeniden öptü onu. Gözlerinin içindeki minicik görüntüsüne heyecanla bakıyordu, sonra da boğuk bir sesle, çıldırmış gibi şöyle dedi: "Bırak da kendimi öpeyim!" Gözlerini öpücüklere boğdu yeniden. Juan delirecek gibi olmuştu.
Raquel: "Benimle evlenmek mi? İyi ama, pisiciğim, bunun hiçbir anlamı yok!.. Biz ne diye evlenecekmişiz? Hem dini hem resmi nikâhla evlenmemiz bizi nereye götürür? Din derslerindeki kitaplarda bize öğrettiklerine göre, evlilik kurumu, iki insanı evlendirmek, evlenenleri kutsamak ve Tanrı adına evlatlar yetiştirmeleri için tesis edilmiştir. Bizim evlenmemiz mi? Biz zaten pekâlâ evliyiz! Kutsanmamız mı? Ay canım benim," ve bunu söylerken sağ elinin o incecik narin beş parmağıyla onun burnuna dokunuyordu, "bu saatten sonra ne senin işine yarar kutsanmak ne de benim. Tanrı adına evlatlar yetiştirmek mi... Tanrı adına evlatlar yetiştirmek ha!"
Don Juan: "Söylesene bana Raquel'im, söyle bana," bunu söylerken sesi ağlar gibi çıkıyordu, "neden âşık oldun bana? Neden ele geçirdin beni? Neden kanımı iliğimi sömürüp irademi yok ettin? Neden beni bir kuklaya çevirdin? Neden beni eskiden olduğum gibi bırakmadın..?"
Hiç düşünmüş olmayan kişi ne bağışlayıcı, ne adil ne de merhametli olabilir, kötü ve kinci de olamaz. Hiçbir şey tahayyül etmeyen biri bir tek kendisini hisseder; insan türünün ortasında yapayalnızdır.
Desenin mucidinin aşk olduğu söylenir; sözü de icat edebilirdi, ama daha az memnuniyetle. Sözden pek memnun olmadığı için ona tenezzül etmez: Kendini ifade etmek için daha canlı yollara sahiptir. Büyük bir zevkle âşığının gölgesini çizen kadın ya ona bir şeyler söyleseydi! Bu fırça hareketini vermek için hangi sesleri kullanırdı?
Kızılderili geleneklerine göre eski zamanlarda Kaatskill Dağları'nın en yabanıl oyuklarını koruyan bir Manitu ya da Ruh varmış ve her türlü kötülüğü ve ezayı kızıl adamların üzerine salmaktan muzır bir zevk alırmış. Bazen bir ayı, bir panter ya da geyik şekline bürünüp şaşkına dönmüş avcıyı sık ormanların içinden ve sivri kayaların arasından peşinde koşturup bitap düşürür ve sonra ho, ho diye bağırarak aniden ortaya çıkar ve avcıyı aşağı sarkan sarp bir kayalığın tepesinde ya da şiddetli bir taşkının ortasında dehşet içinde bırakırmış.