Şimdi ben sana yalnızca bunu söyleyebilirim: "Çocuk kalbinin, çocuk ruhunun bağdaşamadığı her şeyi reddettin. İşte beni teselli eden de budur. Bir şimşek gibi yaşadın sen. Bir defa çaktın ve söndün. Şimşeği çaktıran göktür. Ve gök ebedidir. İşte budur beni teselli eden. Bir başka tesellim daha var: İnsandaki çocuk vicdanı, tohumdaki öz gibidir. Ve o öz olmadan tohum filizlenmez, gelişmez. Yeryüzünde bizi neler beklerse beklesin, insanoğlu doldukça ve öldükçe, insanoğlu yaşadıkça, hak ve doğruluk denen şey de var olacaktır.
Sana, senin sözlerini tekrarlayarak veda ediyorum: "Merhaba Beyaz Gemi, ben geldim!"
SON.
Sayfa 164 - Cengiz Aytmatov / Beyaz GemiKitabı okudu
Bin Muhteşem Güneş, yazdığı bütün kitaplarında Afganistan'da insan olmanın bilhassa kadın olmanın zorluklarını apaçık bir şekilde resmeden ve milyonları kitap sayfalarına kitleyen Khaled Hosseini'nin okuduğumda beni soluksuz bırakan bir eseri oldu.
Dönemi ve anlatılan coğrafyayı sosyolojik, siyasal, psikolojik ve aile yapısı itibariyle betimleyerek, insanı hayrete düşüren bir çağdışı tutum ve hatta vahşet denebilecek olaylar silsilesi içinde veren Hosseini, bir kez daha okuyanların ağzını açık bırakarak kitaplarının kazandığı övgülere ne kadar layık olduğunu bize kanıtlıyor.
Hikayede yerle bir edilmiş bir coğrafyanın, paramparça edilmiş ailelerin, çocukluğu elinden alınmış ve kadın olduğu için hayvani bir muameleye maruz kalan insanların hikayesini yürek sızlatan göz dolduran satırlarda okuduk.
Bin Muhteşem GüneşKhaled Hosseini · Everest Yayınları · 2020100,9bin okunma
Bana bak, Meryem. Bunu öğren, kafana iyice sok, kızım, dedi Nana. Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi , bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir. Her zaman. Bunu hiç unutma, Meryem.
Leyla ağabeylerinin de aynen böyle davrandığını tahmin etti. Erkeklerin, dostluklara da güneşe davrandıkları gibi davrandığını anlamaya başlamıştı: varlığını tartışılmaz, mutlak kabul etmek, parlaklığının tadını çıkarmak, ama üzerinde kafa yormamak.
Ben, muallimliği, açlıktan ölmemek için kabul etmiştim. Hesabım doğru çıkmadı. Bu meslek bir gün açlıktan öldürebilir. Fakat ne ziyanı var? Değil mi ki, benim gönlümün şefkate olan açlığını doyuracak, kendi hayatını başkasının saadetine vakfetmek tesellisini bana verebilecek. O ölmüş günlerin ölmüş rüyasını yeniden uyandırmak zaten mümkün değildi. Başımdan günlük korkularının ağır hülyası, kulaklarımdan erganunların hassas iniltileri yavaş yavaş silindi. Kuşadası'na, tekrar kavuşacağım miniminilerin muhabbet ve merhamet bekleyen hayallerine gülümseyerek:
- Peki, beyefendi, giderim, dedim.