Orhan Kemal'den okuduğum ilk kitap 72. Koğuş oldu.
Duyduğuma göre Orhan Kemal alt tabakayı ve zorlu hayat şartlarına sahip insanların var olma çabasını anlatan bir yazarmış.
72. Koğuş kitabını okurken cezaevinin pek de yaşanası olmayan bir koğuşundaki insan olduklarını ve normal bir insanın nasıl yaşadığını unutan mahkumların insanın içini sızlatan günlük yaşamlarına konuk oluyoruz.
Dönemin ekonomik ve sosyal durumuna da biraz değinen kitap, hapishanedeki mahkumların içerdeki hayatla adaptasyon süreci, gündelik rutini, beslenme ve ihtiyaç giderme sıkıntısını gözler önüne sermenin yanısıra umudunu diri tutmalarını ve ucundan da olsa aşka ve sevgiliye özlemlerini okuyucuyla paylaşıyor.
Normalde yaşanmayacak şartlarda yaşamaya ve günlük rutinine devam eden birinin gözünde kıymeti olmayan şeylere bile hasret kalan 72. Koğuş sakinlerinin hikayesi baştan sona akıcı ve etkileyici bir serüven oldu benim için.
Okunmasını tavsiye ederim.
Cengiz Aytmatov'un kalemini çok sevdiğimi daha önce de söylemiştim.
Bu kısacık ama duygu yüklü kitabı okuyarak kendinize harika bir saat hediye edebilirsiniz.
Kitap masal tadında ilerleyen iki hikayeden oluşuyor. Her iki hikayede de özlem ve vefa duygularımız kabarıyor.
Zaman zaman içe dokunan etkide ve imrendiren saflıktaki eskide kalan ama aslında hiç de eskimemiş dipdiri bir aşkı okuyoruz Kızıl Elma'da.
Oğulla Buluşma'da da deruni bir kuvvetle adamı divane edip yollara düşüren bir özlem okuyarak çaresizlik ve umut ile dolan satırlara eşlik ediyoruz.
Kısa süren ama etkisi devam eden bu iki hikayeyi okumanızı tavsiye ederim.
Canan Tan kitapları arasında en sevdiğim Hasret olmuştur. Hasreti en büyük esaret olarak tanımlayan yazarımız, bu hikâye ile bize derin ve etkileyici bir aşk ve hasreti anlatıyor.
Bir Türk ve Rum'un aşkını, ailelerin ve farklılıkların gönüllerin bir olmasına engel olamadığını okuyor, tebessüm ediyoruz. Daha sonrasında ise olayların aldığı şekille hüzünleniyoruz.
Savaş yıllarının ardından yaşanan karışıklık ve nihayetinde de mübadele ile sonuçlanan süreci anlatan birçok hikaye okuyor ve her seferinde de gözpınarlarımıza kadar gelen gözyaşlarımızı dizginlemekte zorluk çekiyoruz.
Üniversite yıllarımda bir kere okuduğum kitabı yorum paylaşmak için çok ince olmadığı halde bir çırpıda tekrar okudum.
Uzun zamandır okumak istediğim Çizgili Pijamalı Çocuk kitabını okumaya başlamam ile birlikte elimden bırakamadım. Öylesine akıcı ve etkileyiciydi ki duygulanmamak elde değil.
Çocuklardan öğreneceğimiz çok şey olduğunu bir kez daha öğrendik. Her şeyin en doğalı ve kalpten olanını vicdan ve sevgi temelinde yaşamayı öğrensek belki de dünya daha da yaşanası bir yer olurdu.
Parsellere bölünmeden yaratılmış dünyayı parsellere bölmeye çalışıp bir keki bölüşür gibi en büyük dilimi kapışma savaşımız bitmedi bitmeyecek.
Üstünlük sağlama yarışı ve ideolojik anlaşmazlık veya maddi çıkar kaynaklı savaşlar gözümüzü kör ettiği zaman hayvani hırslarımız tüm beşeri hassasiyetlerimizin üstünü örterek bizi barbarlaştırır.
Bu kitapta da ırkların çatışmasından kaynaklanan düşmanca yaptırımların yanısıra çocuklardan gördüğümüz göz dolduran dostluk örneğini hayretler içinde okuyoruz.
Sonunda iki taraflı kaybetme söz konusu olsa da kazanan hep güzellikler olacak diye olumlama yapalım.
Okunmasını tavsiye ederim.
Kitapta bir baba oğulun yıllar sonraki karşılaşması ve içten içe bir hesaplaşmasını okuyoruz.
Hikayede doğu illerini karış karış gezdirerek kültür ve coğrafya hakkında bilgiler verilmektedir.
Bazı bağlar dışardan pek cılız görünse de içten içe çok güçlüdür, baba ve oğul bağı gibi.
Bu bir helalleşme ve hesaplaşma hikayesinin folklorik bir renk cümbüşüne boyanan bir hikayesidir.
Ürgüplü kütüphaneci Mustafa Güzelgöz, 1940'lı yıllarda Ürgüp'te kütüphanecilik yapmış, görevi sırasında yıllarca yedi katır ve üç atı ile 36 köye seyyar kütüphane hizmeti götürmüştür. 1972 yılında emekli olan eşekli kütüphaneci, Türk kütüphaneciliğinde bir sembol olmuş ve yaşam öyküsü yazar Fakir Baykurt tarafından Eşekli Kütüphaneci adı ile romanlaştırılmıştır.
Nobel ödüllü yazarımızın herkesin kitaplığında olması gerektiğini düşündüğüm harika bir kitabı olan Kırmızı Saçlı Kadın, edebiyat severleri heyecanlandırmayı başaracak cinsten.
Doğu ve batının birçok mitolojik hikayesini de ana hikayeye katık ederek okuyucuyu farklı kutuplarda gezdiren Orhan Pamuk, okuyucunun beğenisini kazanıyor.
Gerçekleri efsanevi hikayeler ile harmanlayarak sığ ve yüzeysel bir anlatımın ötesine geçen söz konusu yapıtı edebi anlamda bir değer olarak niteleyebilirim.
Orhan Pamuk bizi otuz yıl öncesinin İstanbul'una götürerek o yıllarda gençlik çağını yaşayan, ailesinden yana eksik hisseden bir delikanlının iş için gittiği bölgede tanıştığı ilk aşkı ve bunun saplantılı hikâyesini anlatıyor.
Hayatını besleyen bir aşk ve ustasına karşı işlediği bir ihanetin ömrüne sirayet eden suçluluk ve kaçma psikolojisi ile devam eden hikaye gerçekle kurguyu bir arada vererek okuyucuyu etki altında bırakıyor ve sonuç olarak da efsanelerde yaşanan sonuçla hikaye tamamlanıyor.
Kitabı kaliteli olarak yorumlar, okunmasını tavsiye ederim.
Sık sık kitap okumanın önemi ve kitaplar üzerine konuştuğum sınıflarımdan birinde bir öğrencim bana bu kitabı okumamı tavsiye edince daha önce lisede okumama rağmen tekrar elime alıp okudum.
Bir dönem Canan Tan kitaplarına sarmış, elime geçen her kitabını okumuştum. Daha çok aşk ve hüzün temalarının etrafında şekillenen Canan Tan romanlarını okuma alışkanlığı edinmek için bir basamak olarak kullanmak mümkün.
Bu kitapta da üniversite sıralarında başlayan bir hikaye ve gençlik serüveni büyük bir aşka dönüşerek devam ediyor, nihayetinde bambaşka iki kültürün çatışması, aşkın kan kaybetmesi, küllerinden doğulması vs derken birçok detaylarıyla bir aşk hikayesinin yanısıra kültürel ayrıntılara da yer verilmiş.
Diyarbakır'ın kültürel mirası kabul edilen tarihi mekanları, mutfağı, geleneklerinin yanısıra tabulaştırılmış bazı toplumsal yanılgılara da yer verilmiş bu hikayede kalbimizin yerini bol bol hatırlıyoruz.
Edebiyatımızın zenginliğine hatrı sayılır bir katkısının yadsınamayacağı Peyami Safa Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ile bir kez daha en insani yanımıza dokunuyor.
Hastane ve hastalık gerçeklerinin yanısıra müthiş bir psikolojik ve duygusal yoğunluğa yer veren hikaye okumaya başlayan için elinden bırakamayacak bir içerik sunarak kana kana içiriyor kendini.
Hikaye öylesine gerçekçi ve nahif bir hissiyat çerçevesi içinde ilerliyor ki empati duyabilen hemen herkesin gözü dolar.
Yalnızca olay örgüsünü aktarmakla yetinmeyerek yazarımız ana karakterin en içten psikolojik gitgellerini ve duygusal yoğunluğunu ustaca aktararak okuyucunun can evine hitap ediyor.
Uzun zamandır kitaplıktan bana göz kırpan ve bende heyecan uyandıran bu eseri araya sıkıştırmak yerine satır aralarında yavaş adımlarla yürüyerek keyfini sürmeyi tercih ederek, okumayı bu zamana kadar erteledim.
Yazarımız okurunu üslup ve içerik bakımından tatmin etmeyi başararak adından söz ettirmeyi başarıyor, henüz okumadığım diğer kitaplarını okumak için sabırsızlanmamızı sağlıyor.