Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Thalassapolis

Boğazında bir yumru var, Devlet’i bırakıyor ve Elektra’yı, Kral Oidipus’u, Orestes’in korosunu alıyor. En uyku veren kraliçe Gece, Erebus’tan kanatlarınla kalk, gel, kaybolduk, karanlıkta yutulduk. Gerçekten uyumak istiyor, başka bir şey istemiyor, hatta sütle seyreltilmiş kahve gibi ışıkla seyreltilen karanlıkta oraya buraya dalmış hayvanlar gibi uyuklamaya bile razı.
Reklam
Yok denecek kadar az altını vardı kasada Eşten dosttan ne kadar borç para Koparırsa yatırırdı hepsini kitaplara Karşılığında onlara yürekten dualar ederdi Borçlarını ancak bu şekilde öderdi Doğrusu okumaktan en büyük zevki alırdı
'birazdan' geçidi ve 'yarın' caddesi insanı 'hiç bir şey' şatosuna götürür!

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Çağdaş dünyanın benimle aynı fikirde olmadığının farkındayım ama sonuçta Platon’un tek bir hocası vardı, İskender’in de öyle.”
Üretim güçlerinin özgürleştirilmesiyle, insanınki birbirine karıştırılmaktadır. Bu bir devrimci gündem maddesi midir yoksa ekonomi poliliğe ait bir gündem maddesi mi? Hemen herkes, özellikle de "insanları hayvanlardan ayıran ilk eylem düşünmek değil var olmalarını sağlayan araçların üretimidir" (insan neden hep hayvandan ayrılma eğilimindedir ki? İnsanlığın bizde sabit bir fikir haline gelmesine neden olan şey yine ekonomi politiktir - neyse bununla zaman yitirmeyelim) diyen Marx için bu nihai hedef apaçık ortadadır.
Reklam
Yerli yersiz meıaforlaşıırılan bu mevcut düzenin kendisi bir metafor olarak değerlendirilemez mi? Bu durumda mevcut düzenin dayanığı gerçeklik ilkesinin bir kod, bir sayı ya da bir yorumlama sisteminden başka bir şey olabilme şansı var mıdır? Marx, homo oecenomicus adlı hikayeyi yani sistem, değişim değeri, pazar, artı değer ve biçimlerinin doğallaştırılma sürecini özetleyen bu miti yıkmıştır. Ancak bunu işgücünü bir eylem olarak ortaya çıkarabilmek, çalışmanın ("pro-ducere") insanın değer üretmesini sağlayan özgün bir güç olduğunu gösterebilmek amacıyla yapmıştır. Oysa bu durumda böyle bir girişimin her türlü insani malzeme, arzu ve değiş tokuş olasılığını değer, amaç ve üretim terimleriyle kodlamaya yönelik bir simülasyon modeli ya da nedensiz bir sözleşmeye indirgeme niyetinde olup olmadığı sorusunun sorulması gerekmektedir.
Elizabeth Arden tarafından işletilen sağlık ve güzellik sığınağı Maine Chance'de çok sayıda egzersiz makinesi vardı ve çalıştırıcılardan biri, "Burada yeryüzündeki her şişman kıçın hayallerine uygun bir işkence aletimiz var," diye övünüyordu
Matematik dili, Pisagordan bu yana, Platon'da Yeni Platon'cu düşüncede değişen dünyanın değişmeyen dili olarak öyle olan dünyanın anlatımında güvenilir, neredeyse ilahi bir dil olarak kullanıldı. İşte Modern düşüncenin babalarından Descartes, doğanın bu dille konuştuğunu söyleyerek, kesin, değişmez, herkes için geçerli, "genel geçer" bilgileri aramada bu dile yaslandı. "Kartezyen Endişe" diye adlandıracağımız kesinlik kaygısı Batı düşüncesine egemen olmuş kaygılardan biridir. Yirminci yüzyılın başlarında, bilimin gidişinden rahatsız olan, kesinliğin, sağlam düşüncenin, bir yorumuyla Logos'un yitirildiğinden yakınan Edmund Husserl bu kaygıyı diriltti. Değişmeyen özlerin, matematiksel kesinlikle erişilen doğa ve düşünme yasalarının özlemi, modern düşüncenin özünde hep olageldi. İlginç biçimde, arayan, araştıran, yenileyen düşünce olarak görülen bu düşünce atılımı, denetleyen düşünceyle, inanan düşünceyle de bağlantılıydı. Kesinlik isteği, egemen olma isteğini, sömürgeciliği yanında taşıdı. Her şeyden kuşku, kuşkunun kendisinden gelmediği düşünülünce, düşünmenin kesin çıkışı için gerekli olduğu sonucuna varıldı. Beş yüz sene kadar önce inanmaydı, çıkış noktası: İnanıyorum o halde varım,Credo, ergo sum; düşünüyorum o halde varıma dönüştü;Cogito, ergo sum.
Sayfa 97 - 97Kitabı okuyor
İnanma, ufuk açıcı, arayan, açılan, yenileyen düşünceye götüremedi anlam dünyasını. Ortaçağ'a "karanlık çağlar" denmesi elbette yanlış; temellendirici, sağlamlaştıran düşünce çok zenginleşti, derinleşti; mantık çalışmaları (Denetleyici düşüncenin bir parçası olarak mantık) canlandı, ama düşünce birkaç boyutuyla yaşayabildi bu çağda.
Aurelius Augustinus (354-430), etkisiyle (Augustinus, "inanmadıkça anlamıyorum" diyordu!), Conterbery'li Anselmus (1033-1109), aklı arayan inancın, imanın ardındaydı. Önce inanmak gerekiyordu, İnançtan yola çıkıyordu düşünce, aklı, anlama yetisini arıyordu, (fides quaerens intellectum) ondan çok çok önceleri credibile quia ineptum est (aptalca olduğu için inanılabilir) ya da credo quia absurdum (inanıyorum çünkü saçma) denmişti. İnanma desteğini akıldan, akla dayalı düşünceden almıyordu; önce düşünüp taşınıp sonra inanmıyorduk, önce inanıyor, sonra düşünüyorduk. İnanç düşünceyi güdüyordu, itiyordu; o olmazsa, düşünce eksik kalacaktı, Augustinus credo ut intelligam, diyordu, anlamak için inanıyorum. İnanç kalkınca, anlama, düşünce duruyordu.
Reklam
Homo tristis, yılgın (Homo sine spe) insan değildir. İçinde çelişkiler taşır: Düşünür, uygulayamaz, uygular, düşünmez; inanır, aklıyla bağdaştıramaz, akla inancını destekletirken inancını saptırır, evrenselliği kendi dili ve kültürüyle sınırlar. Aklı, duygusu, bedenini bütünleştiremez. Aşkın olduğunu ileri sürdüğü Tanrısının bir evren imparatoru gibi düşünür, inancını, dünyayı ele geçirmenin aracı yapar; manevi olanı, dünyaya "kazık çakmak" için bir silah gibi kullanır. Yapar, yanlışını anlar; önce belli etmemeye çalışır, sonra itiraf (confession!) eder, düzeltmeye çabalar, başaramaz. Homo tristis, Sisifos efsanesindeki kayayı sürekli doruğa çıkarıp, düşüren insan gibi çaresiz değildir: Homo tristis, biraz paradoksal bir deyişle, çaresiz çareli, çareli çaresizdir. Bundan dolayı mahzundur. Binyıl önce de öyleydi. Şimdi de öyle. İşte öykü bir hüznün öyküsüdür! Hüzünlerin öyküsü: Historia Tristitiarum
İnsan, Homo calamitosus olmaktan, felaketlerin, mutsuzlukların insanı, "bahtsız insan" olmaktan kurtulamamış
Humanae infirmitatis memini (Hatırlıyorum, insanın zayıflığını)
Tüketim ekonomisi, harcama yarışına dayanan, gösteriş tüketiminin önem kazandığı, durmadan suni ihtiyaçların üretildiği ve dünya ölçüsünde yaygınlık kazanan yeni bir ekonomik yapıdır. Bu ekonomik yapı içinde tüm insanlık değişik pazarlama teknikleriyle, gözleri kamaştırılarak, her gün bir yenisi pazara çıkarılan yüzbinlerce endüstriyel ürünün peşinde bilinçsizce koşturulmaktadır. Kitle haberleşme araçlarıyla büyük bir etkinlik kazanan, reklamlarla durmadan tahrik edilen harcama tutkusu, insanları sonu hiçbir zaman gelmeyecek bir tüketim yarışına itiyor.
Toplumların ekonomik açıdan gelişmişlik düzeylerine göre, üretime verilen ağırlık, kritik bir noktadan sonra tüketime verilen ağırlığa dönüşüyor. Bunun sonuncu, bütün dünyada Japonya' dan Amerika'ya kadar yeni bir ekonomik yapılanma ortaya çıktı: Tüketim ekonomisi. Tüketim ekonomisine can ve kan veren, akıntı ya da kitle toplumu olmaktadır.
65 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.