Yaşamında bir amaç bul ve ona göre yaşa, derler. Ama bazen, ancak yaşayıp bitirdikten sonra yaşamının bir amacı olduğunu fark edersin, bu da genellikle hiç aklında olmayan bir amaçtır.
Kanunlar adalet için vardır. Doğru olanın yanında olmakla övünür. Ama kimbilir kaç kanun, adaletsizlik için kullanılmıştır! Dahası adaletsizlik, kanunlardan kimbilir ne kadar güçlü, ne kadar diktatörce faydalanmıştır!
İki kelimede bir kanıt, kanıt diye aranıp duruyorlar. Kanıt olmazsa adaletsizliği cezalandıramazlar. Üstelik kanıta benzer bir şeyler bulduklarında, kanunlardan aldıkları o büyük özgüvenle -kaç kişi olduğu fark etmez- insanları ölüme yolluyorlar.
İnsan denilen varlık, hiçbir zaman tiyatro sevgisini kaybetmemiş gibi görünüyor. Bu yüzden bazı insanlar halkı şaşırtmak, herkese adını duyurmak için son derece büyük suçları itiraf ederler.
İnsan kendi hakkında hiç düşünmez zaten. Başkalarının değerlendirmeleriyle el yordamıyla tanır kendini. Yanlış tanır. İnsan hep başkalarını düşünür. Sonunda bi kazadan sağ salim çıkmak gibi hayatta olduğumuza şaşarak bakar, şok içinde fani bedeninizi yoklar gibi kendiniz hakkımda düşünmeye başlarsınız.
İnsan nerede yaşar? Baktığımız ve gördüğümüz yüzünde mi? Yoksa daha derinlerde mi? Yiyerek içerek beslediği kanlı canlı organlarında mı yoksa nefes gibi görünmeyen ruhunda mı?