Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

pêlekan

pêlekan
@_XZLK_
Hacettepe üniversitesi
Van, 1 Ocak 2000
13 okur puanı
Haziran 2020 tarihinde katıldı
Osmanlı kadınlarının kamusal alana dahil olma mücadelesi Cumhuriyet ile birlikte daha geniş bir çerçevede devam etmiştir. Siyasal ve sosyal hak taleplerinin de eklendiği bu dönem, kadınların eğitim hakkından yararlanmasının önünün açılması, Medeni Kanun'un kabulü, kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması gibi gelişmelerle birlikte anılabilir. Ancak bunların, siyasi iktidar tarafından zaten "verildiğinin" düşünülmesi kadınların bu haklar için verdiği mücadeleyi görünmezleştirmiştir.
Sayfa 96
Reklam
"Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır" -Mahmut Esat Bozkurt
Sözleşmeye uyumu garantiye alan ödüller olduğu gibi cezalar da vardır. Yani Türklük Sözleşmesi, bir ödüllendirme ve cezalandırma mekanizmasıdır da. Sözleşmeye uymayan cezalandırılmak zorundadır; çünkü bu eylemiyle sözleşmeye uyulmayabileceğini, böyle bir seçenek de olabileceğini gösterir, böyle bir ihtimal yaratır; ayrıca sözleşmeye uymayarak, sözleşmenin yasak olduğu konulara dair görüşlerini belirtebilir ve böylece sözleşmenin örtük ama herkesin bildiği ya da içten içe bildiği maddelerini açığa çıkarır, sözleşmeyi çıplaklaştırır. Ceza ölümden sürgüne, işsizlikten dışlanmaya kadar pek çok biçim alabilir, fakat ceza verileceği kesindir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
"Mesela bugün Pomaklar Bulgarca, Girit'teki Müslümanlar Rumca konuştukları halde yarın Müslümanlığın tesiriyle Türkçeyi öğrenecekler ve bugünkü lisanlarını terk edeceklerdir. O halde bir milletin fertleri, yalnız lisanlarıyla değil, dinleriyle de taayyün ediyor" -Ziya Gökalp
"İhtar etmiş oluyoruz: Siz herhangi bir Türke suikast icra eder ve öldürebilirsiniz! Fakat biz onun evladını; yarın sizin gözünüzü çıkarmak, kafanızı kırmak için yine sizin paranızla yetiştiririz!" -Recep Zühtü Soyak
Reklam
"Çeşitli milletlerin hak iddiaları bizler için ciddi bir sıkıntı kaynağıdır. Dile, tarihe ve etnisiteye dayalı emeller canımızı sıkıyor. Bütün gruplar yok olmak zorundadır. Topraklarımızda tek ulus -Osmanlı ulusu- ve tek dil -Türk dili- olmalıdır. Bizler için can alıcı bir zorunluluk olan bu durumu Rumların ve Bulgarların kabul etmesi kolay olmayacaktır. Onlara bu acı reçeteyi yutturmak için Arnavutlarla başlamamız gerekiyor. Yenilmez olduklarını düşünen bu dağlılara boyun eğdirdiğimiz zaman gerisi kendiliğinden gelecektir. Arnavutları topa tuttuktan sonra, Müslüman kanı döktükten sonra artık gavurlar dikkatli olsun. Kılını kıpırdatan ilk Hıristiyan, ailesinin, evinin ve köyünün yerle bir edileceğini görecektir. İlk kurşunu Müslüman Arnavutlara sıktığımız için Avrupa sesini yükseltmeye ya da bizi Hıristiyanlara işkence etmekle suçlamaya cesaret edemeyecektir." Doktor Nazım
Sömürge dünyası ikiye bölünmüş bir dünyadır. Ayrım çizgisi, hudut, kışla ve karakollarla temsil edilir. Sömürgelerde, sömürgeleştirilenin resmi ve kurumsal muhatabı, sömürgecinin ve baskı rejiminin sözcüsü, polis ve ordudur. Kapitalist toplumlardaki dini ya da seküler eğitim, babadan oğula aktarılan ahlâki reflekslerin öğretilmesi, elli yıl boyunca düzgün ve sadık hizmet verdiği için madalya takılan işçilerin örnek dürüstlüğü, uyum ve bilgeliğin teşvik ettiği sevgi, yani kurulu düzene saygının bu estetik biçimleri, sömürülen kişinin çerçevesinde bir itaat ve yasaklama atmosferinin oluşturulmasına hizmet eder; bu da düzen güçlerinin işini hatırı sayılır ölçüde kolaylaştırır. Kapitalist ülkelerde, sömürülenler ile iktidar arasına çok sayıda ahlâk hocası, danışman ve "kafa karıştırıcı" girer. Sömürge bölgelerde ise, tam tersine, sömürge halkıyla teması polis ve ordunun sürekli varlığı, sık sık ve dolaysız müdahaleleri sağlar ve dipçik darbeleri ve napalmlarla ona yerinden kıpırdamamasını öğütler. İktidar aracısının saf şiddet dilini kullandığını gördük. Aracı, baskıyı hafifletmez, tahakkümü gizlemeye de çalışmaz. Bunları yasa uygulayıcının temiz vicdanıyla sergiler ve uygular. Aracı, şiddeti sömürge tebaanın evlerine ve zihinlerine taşır.
Sayfa 44
Öncelikle şu beklenmedik manzarayla bir yüzleşelim: Hümanizmamızın striptizi. İşte çırılçıplak, güzel değil: Yalancı bir ideolojiden başka bir şey değil, yağmanın incelikli aklanması; yapmacık tavırları ve sevgisi, saldırgan eylemlerimize kefil oluyor. Şiddet karşıtlarının görüntüsü hoştur: ne kurban ne işkenceci! Gelin bakalım şimdi! Oy verdiğiniz hükümet ve kardeşlerinizin hizmet ettiği ordu hiç duraksamadan ve vicdan azabı duymadan "soykırım" işlerken siz kurban değilseniz, ozaman kesinlikle işkencecisiniz. Kurban olmayı seçerseniz, bir iki günü cezaevinde geçirmeyi göze alırsanız, ozaman da kolay yolu seçmeye çalışıyorsunuz demektir. Ama sıyıramazsınız; çıkış yok. Şunu kafanıza sokun: Şiddet daha dün başlamış bir şey olsaydı, baskı ve sömürü yeryüzünde hiç varolmamış olsaydı, belki de sergilediğiniz şiddetsizlik çatışmayı yatıştırabilirdi. Ama tüm rejim, hatta sizin şiddet karşıtı görüşleriniz bile bin yıllık bir ezme ilişkisiyle yönetiliyorsa, pasifliğiniz sizi ezenlerin safına koymaktan başka bir amaca hizmet etmez.
Sayfa 33
Deniz-aşırı topraklardaki askerlerimiz,metropollere özgü evrenselciliği reddederek, insan ırkına numerus clausus'u uygular: İnsanın hemcinsini soyması, köleleştirmesi ya da öldürmesi suç sayıldığından, onlar sömürge halkının insanın hemcinsi olmadığı ilkesini geçerli kılarlar. Bizim vurucu güçlerimiz bu soyut kesinliği gerçekliğe dönüştürme görevini almışlardır: İlhak edilen toprakların sakinlerini gelişmiş maymun düzeyine indirgeyerek, sömürgecinin onlara yük hayvanı muamelesini yapmasını haklı çıkarmaları için emir verilmiştir. Sömürgeci şiddeti, bu köleleştirilmiş insanları salt durdurmayı amaçlamakla kalmaz, onları insanlıktan çıkarmaya da çalışır. Onların geleneklerini yok etmek, onların dilleri yerine bizim dilimizi yerleştirmek ve kendi kültürümüzü bile vermeden onların kültürünü yerle bir etmek için elden gelen her şey yapılacaktır; yorgunluktan serseme döneceklerdir. Açlıktan kadidi çıkmış ve hasta bir haldeyken hala karşı koyacak güçleri kalmışsa eğer, gerisini korku halleder: Silahlar köylüye çevrilir; siviller gelip toprağına yerleşir ve kırbaç korkusuyla bu toprağı kendileri için işlemeye zorlanır. Köylü direnirse askerler ateş açar, artık ölü biridir o; boyun eğer ve kendini küçültürse bu kez de artık insan olmaktan çıkar. Utanç ve korku karakterini parçalar, kişiliğini dağıtır. Uzmanlar bu işi soluk aldırmadan yürütürler: "Psikoloji hizmetleri" yeni ortaya çıkmadı! Keza, beyin yıkama da! Gene de bütün bu çabalara karşın amaçlarına hiçbir yerde ulaşamadılar.
Sayfa 23
"Prens Sabahaddin ölmüştür, artık yoktur; adem-i merkeziyet ve özerk milliyetler ve eyaletler programı terkedilmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti merkeziyetçilik ve iktidar üzerinde Türk tekeli istiyor. (...) Türk okullarıyla, Türk idaresi ve Türk hukuk sistemiyle birlik içinde bir Türk ulus-devleti istiyor." Doktor Nazım
Reklam
İttihatçıların Osmanlılık anlayışı Müslümanların ve onlar arasında Türklerin hâkim olacağı, gerçek birer Osmanlı olarak görmedikleri gayrimüslim ve gayri-türklerin asimile edileceği, asimile olmazlarsa da çeşitli araçlarla "terbiye edecekleri" bir Osmanlılıktı.
Hiçbir zaman özgürlük ideolojileri ve projeleri bir anda toplumsal yapının beyninde yeşermez. Önce bireyde başlar, sonra toplumda anlam kazanır. ...Kendini bilme, tüm bilmelerin temelidir, kendini bilmeden edinilecek tüm diğer bilmeler bir saplantı olmaktan öteye gitmeyecektir. Bu nedenle de insan toplumunda kendini bilmeden ortaya çıkan tüm kurum ve davranışların, sapkın-çarpık bir role bürünmesi kaçınılmazdır.
Her şeye karşın insanlık öldürülemiyor. Fiziki olarak yok ediliyor, çürütülüyor, tutsak alınıyor, insanlıktan çıkartılıyor ama bütünüyle yok edilemiyor. O "ünlü devrim kelebeği" gibi yüzyıllardır dünyanın dört bir yanına konup evreni dolaşıp duruyor, insan kalma iradesini, direnişi ve isyanı taşıyor kanatlarında. Egemenlerin sonsuza dek yitirmemizi istedikleri içimizdeki insanı yeniden bulmamızı sağlıyor.
Boşuna demezler, Kürd'ün kıyılarına esaret dalgaları çabuk vurur diye. Bir su gibi önce kadını önüne katıp sürükleyecekti. Toprağından koparılmış, katledilmiş, tecavüze uğramış, satılmış, göçertilmiş ve yaşama yabancı kılınmış kadının derin ızdırabıydı bu; "etkili bir psikolojik savaş yöntemi" dendi adına, esaret bindi mazlum halkların boynuna. Kadının ruhu çalındı, isimsizleştirildi ve pazara sürüldü; "yönetimden dışlananların öfkesi" dendi, halklar yola düştü, göç savurdu kendi topraklarından onları. Kadından soykırıma uzanan yol böyle açıldı..
Ne bu ya; hep aynı sükûnet çağrısı, hep aynı "provokasyonlara gelmeyin" lafazanlığı! Zulmü soframıza katık edip, böyle demek kolay! Alçakça bir çıkarcılık, iğrenç bir aldatma değil de nedir?
125 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.