Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Elif Çiçek

İsmail Hakkı Bursevî: "Sen O'na lâyıkıyla kulluk edemediğin hâlde, O sanki senden başka bir kulu yokmuş gibi, sana kıymet verip seni maddi ve mânevî rızıklandırmaktadır. Sen ise kullukta sanki O'ndan başka bir dayanağın daha varmış gibi gafletin içindesin. (Bu ne dehşetli bir nâdanlıktır!)"
Reklam
Kış mevsiminde karlar yağar. Bin bir hikmetin yanında, bembeyaz manzarasıyla bir gelin odası gibi, cihanı süsler. Gecelerin uzadığı, karanlıkların çoğaldığı kış mevsiminde, seyredenlere beyaz rengiyle de ferahlık verir. Ya gökten yağan kar; dehşetli bir kan renginde yahut mâtemi ve kiri hatırlatan siyah bir renkte yağsaydı, ne kadar müthiş bir kasvete sebep olurdu! Insanlık çıldırırdı.
Ahmak evrimciler, mahlukatın çevre şartları neticesinde kendi istek ve ihtiyaçlarıyla kendi kendilerini geliştirdiklerini iddia ederler. Hangi mahluk, kısa ömrü kendisi seçip de râzı olurdu? Hangi mahluk kendi iradesiyle, bir başka mahlûkun rızkı olmayı kabul ederdi?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İnsanın taklidinden de âciz olduğu nice ilâhî sanat var. İşte bir koyun yahut inek; ot yiyor, su içiyor ve süt veriyor! İnsanlık bir fabrika kursun da, bütün teknolojisini kullanarak, ot ve sudan süt üretsin! Ne mümkün!
İnançsızlığın ve dünyevileşmenin arttığı asrımızda psikolojik rahatsızlıkların ne kadar yükseldiği malumdur. Bu sebeple hayatı huzurlu yaşamak için şu sualleri ve cevaplarını tefekkür etmek zaruridir: - Ey insanoğlu, varlık hikmetini bil ve idrak et! - Ey insanoğlu, kimin mülkünde yaşadığını düşün ve kendine çekidüzen ver! - Ey insanoğlu, hayatını gayeli olarak yaşa! - Ey insanoğlu, dünyaya geliş ve gidiş niye? Bu akış nereye? - Ey insanoğlu; kainattaki, sendeki ve kur'an'daki sözlü-sözsüz bütün ayetleri derin derin düşün ve inceden inceye tefekkür ederek oku! Bütün bu hakikatleri tefekkür etmeyen ve küfürde ısrar edenlerin varlığı da bir başka tefekkür vesilesidir.
Reklam
Oysa hiçbir sevinç, emek harcamadan yaşanamaz, bütün mutluluklar biraz olsun çaba ister.
"Dinin olmadığı devletlerde bugün anayasal düzenlemelerle insanlar refah içerisinde yaşayabiliyorlar. Dolayısıyla insanlığın sadece dinin düsturlarıyla rahat ve düzenli bir hayat yaşayabileceğini iddia etmek çok spesifik bir yaklaşımdır. Bu cevap esasen dinin insan hayatındaki rolünü kavrayamamayı ele vermektedir. Zira, din olmaksızın yapılan anayasal düzenlemeler hiçbir şekilde insanın tüm ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte değildir. Nitekim yukarıda da ifade ettiğimiz gibi insanın daha çok metafizik alemiyle ilgili olan ihtiyaçları ve yönelimleri vardır. Hukukun soğuk yüzüyle bu ihtiyaçların karşılandığının söylenmesi meseleye bencil yaklaşmaktan ibarettir. Zira hukuk sadece hayatı düzenleme noktasında kurallar koyar ve bu kuralların uygulanmaması durumunda cezalar tertip eder. Bu hiçbir şekilde toplumları vicdani gelişimlerini sağlamaz. Dinin düsturları ise sadece hukuki değildir. Bilakis insanı manen de geliştirmeye yönelik vicdani hislerini de olgunlaştıran düsturlardır. Vicdanen gelişmemiş, manen doyum sağlamamış bir insan kurallar bütünüyle dizginlenmiş sayılamaz. Bu tarz toplumların anarşiye kapı aralamaları an meselesidir.
Tavuklar uçabilseydi daha ideal olurdu diyebiliriz ama uçtuğunda onları başka bir varlık olarak adlandıracak ayrıca onlardan faydalanma imkânını da yitirmiş olacaktık. Bekir Sıtkı Erdoğan'ın İlahi Adalet şiirinde ifade edildiği gibi: "Her canlıya Hak, lâyık olan cevheri verdi... Tırtıl iki diş bulsa eğer, ormanı yerdi!... Şayet kediler haftada bir gün uçabilse... Dünyada bütün serçelerin nesli biterdi..." Bir üçgenin üç değil dört kenarı olsa, kenar sayısı bakımından daha iyi olabilir, fikrini öne süren birine onun artık üçgen olamayacağı anlatılır. Dünya hayatının da var oluş gayesine uygun bir şekilde 'dünya hayatı' olabilmesi için, acıların ve sevinçlerin, günahların ve sevapların bir arada ve iç içe olması icap etmektedir.
Başımızdaki musibete benlik penceresinden baktığımızda onun adı gam, tasa ve kederdir. Ancak bir başka insanın gözünden kendi musibetimize baktığımızda onun adı nasihat ve ibrettir. Melekler gözüyle baktığımızda yaşadıklarımız bir zikir, Rabbimiz açısından düşündüğümüzdeyse bu ancak bir tecellidir. Merkezden uzaklaşıldıkça başımıza gelenler bir felaket olmaktan çıkıp, bir hizmet ve bir ödül olmaya doğru yol almaktadır.
Bıçağın kendisini kesememesi ve gözün kendisini görememesi gibi insan da yaşadığı acıyla özdeşleştiğinde kendisini onaramayacak ve çıkmaz sokağa girecektir.
Reklam
Dünyaya geldiğimiz günden daha anlamlıdır neden dünyaya geldiğimizi anladığımız gün.
Doğduğu zaman güneşin canlı cansız her şeyi aydınlatması, âlimin de cahilin de, büyüğün de küçüğünde üzerine doğması gibi, Cenâb-ı Hakk'in sınırsız ilim, hikmet ve rahmetinden kaynaklanan Kur'ân-ı Kerim de aynı anda akıl ve anlayış bakımından çok farklı seviyelere hitap eder, bulundukları seviyeye göre onların akıl ve gönüllerini aydınlatacak ışığını ulaştırır.
Sayfa 136Kitabı okudu
Islam Filozofu Kindi, Gemi Yolcuları istiaresiyle şunu anlatır: "Insanlar, bu dünyada asıl yurtlarına doğru deniz yolculuğu yaparken bazı ihtiyaçlarını temin etmek üzere bir adaya uğrayan yolcular gibidir. Bu yolculardan bir kısmı ihtiyaçlarını giderip hemen gemiye döner ve en rahat yerlere otururlar; bazıları adanın güzelliklerine kapılıp oyalanırlar, bu yüzden gemiye geç geldikleri için hem uygun yerler bulamazlar hem de adadan topladıkları çiçekler, kıymetli taşlar yolculuk boyunca başlarına dert olur. Bir grup ise gemiyi büsbütün unutarak tabiatın çekiciliğine kendilerini kaptırır ve geminin kalktığını bile fark edemezler; sonunda acılar içerisinde kıvranarak ölürler. İşte dünyanın çekiciliğine kapılarak ölümden sonraki hayatı unutanların akıbeti budur." İşte dünyaya kendini kaptırıp, ahiret gemisini kaçıranlarda olduğu gibi, yaşadığı musibetin yolculuk esnasında uğradığı duraklardan biri olduğunu bilincinde olmayanlar da hata etmektedirler. Yaşanan kederde takılı kalmak musibete demir atmak yelkenleri suya indirip yaşadığı hadiseyi sonsuza dek sürecekmiş gibi görmek kişinin Saadet gemisini kaçırmasıyla neticelenecektir.
Sabahları evinden, akşamları işyerinden ve girdiğin dükkânlardan çıkman; bindiğin arabalardan, otobüslerden inmen; geceden gündüze, gündüzden geceye varman; kıştan bahara, bahardan kışa ulaşman bu kederin de yok olup gideceğini göstermiyor mu? Dinlediğin şarkının sona ermesi, okuduğun şiirin son misrası, seyrettiğin filmin son sahnesi, yaşadığın kederlerin de bir gün biteceğini hatırlatmaya kâfi değil mi? Uykunda ölü mü, uyanmanda dirilişi yeniden yaşadığın gibi, bu dertlerin de bir gün sana veda edeceğini hissetmiyor musun? Oturduğun koltuktan kalkmanda, girdiğin odadan çıkmanda, bir gün başındaki bu musibetin de geçeceğini göremiyor musun? Bir şeyin başlangıcı varsa, bitişi de olmak zorunda değil mi? Bulunduğun odada misafirsin. Yaşadığın şehirde misafirsin. Dünya gezegeninde misafirsin. Samanyolu Galaksisi'nde misafirsin. Bu odadan çıkacağın; bu şehirden ayrılacağın, nihayetinde bu fani dünyayı terk edeceğin nasıl muhakkak ise, bu musibetteki misafirliğin de öyle kesindir. Daha önceleri Allah'ın ilminde misafirdin, ruhlar âleminde misafirdin, babanın bedeninde misafirdin, annenin karnında misafirdin. Oralardan bu dünyaya hangi musibetleri, hangi zorluklar getirebildin? Dünyaya eli boş, bedeni çırılçıplak olarak gelmen ve buradan diğer âlemlere eli boş gidecek olman gösteriyor ki, bu musibetten de, onun bir parçasını dahi yanına almadan çıkıp gideceksin. Her şeyin seni terk edeceği gerçeğinde olduğu gibi, şimdilerde ağırladın bu musibet de senden ayrılıp gidecek. Şairin dediği gibi, "Zaman lazım sadece, unutacaksın! Nasıl unuttuysan çocukluğunu, kırılan oyuncaklarını... Kırılan kalbini de öyle unutacaksın."
Kaninatin Genişlemesi Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: والسماء بنيناها بأيد وإنا لموسعون (۱۰) "Biz göğü kudret elimizle sapasağlam binâ ettik. Gerçekten biz, çok büyük bir kudret ve hâkimiyet sahibiyiz." (Zariyat 51/47) Âyetteki ) (semâ) kelimesi, dünyanın dışındaki kâinâtı ifade etmek için kullanılmıştır. Bu durumda Cenâb-ı Hak kâinâtı
Sayfa 115Kitabı okudu
92 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.