Sabahları evinden, akşamları işyerinden ve girdiğin dükkânlardan çıkman; bindiğin arabalardan, otobüslerden inmen; geceden gündüze, gündüzden geceye varman; kıştan bahara, bahardan kışa ulaşman bu kederin de yok olup gideceğini göstermiyor mu? Dinlediğin şarkının sona ermesi, okuduğun şiirin son misrası, seyrettiğin filmin son sahnesi, yaşadığın kederlerin de bir gün biteceğini hatırlatmaya kâfi değil mi? Uykunda ölü mü, uyanmanda dirilişi yeniden yaşadığın gibi, bu dertlerin de bir gün sana veda edeceğini hissetmiyor musun? Oturduğun koltuktan kalkmanda, girdiğin odadan çıkmanda, bir gün başındaki bu musibetin de geçeceğini göremiyor musun? Bir şeyin başlangıcı varsa, bitişi de olmak zorunda değil mi?
Bulunduğun odada misafirsin. Yaşadığın şehirde misafirsin. Dünya gezegeninde misafirsin. Samanyolu Galaksisi'nde misafirsin. Bu odadan çıkacağın; bu şehirden ayrılacağın, nihayetinde bu fani dünyayı terk edeceğin nasıl muhakkak ise, bu musibetteki misafirliğin de öyle kesindir.
Daha önceleri Allah'ın ilminde misafirdin, ruhlar âleminde misafirdin, babanın bedeninde misafirdin, annenin karnında misafirdin. Oralardan bu dünyaya hangi musibetleri, hangi zorluklar getirebildin? Dünyaya eli boş, bedeni çırılçıplak olarak gelmen ve buradan diğer âlemlere eli boş gidecek olman gösteriyor ki, bu musibetten de, onun bir parçasını dahi yanına almadan çıkıp gideceksin. Her şeyin seni terk edeceği gerçeğinde olduğu gibi, şimdilerde ağırladın bu musibet de senden ayrılıp gidecek. Şairin dediği gibi, "Zaman lazım sadece, unutacaksın! Nasıl unuttuysan çocukluğunu, kırılan oyuncaklarını... Kırılan kalbini de öyle unutacaksın."