Erdemli şehrin yöneticisi, rastgele bulunmuş herhangi bir insan olamaz. Çünkü yöneticilik iki şeyle olur: a) O insan, yaradılışı ve tabiatı bakımından yöneticilige istidatlı olmalsıdır, b) O insan, yöneticilikle ilgili iradi meleke ve tutumları kazanmış olmalıdır. Bunlar ise tabiatı gereği yöneticiliğe istidadı olan insanda gelişip ortaya çıkacaklardır. Öte yandan, her sanat yöneticiliğe uygun değildir; tersine, nasıl ki insanların çoğu tabiatları gereği hizmet etmek için uygunsalar, sanatların çoğu da şehirde hizmet etmek için uygun olan sanatlardır. Bazı sanatlar, diğer bazı sanatlara hizmet ederken, bazıları da diğer bazı sanatları yönetir. Bazıları ise herhangi bir başka şeyi yönetmeksizin sadece hizmet eder. Bundan dolayı erdemli şehri yönetecek sanat rastgele seçilmiş herhangi bir sanat olamayacağı gibi, rastgele seçilmiş herhangi bir melekenin sonucu da olamaz. Çünkü nasıl ki bir cins içindeki en üst yönetici bu cinsteki herhangi biri tarafından yönetilmezse -mesela organların yöneticisi, başka herhangi bir organın kendisinin yöneticisi olması mümkün olmayan organdır; parçalardan meydana gelen her bütün içinde aynı şey geçerlidir-, aynı şekilde erdemli şehrin en üst yöneticisinin sanatının da hizmetkar bir sanat olması ve başka herhangi bir sanat tarafından yönetilmesi mümkün değildir. Tersine onun sanatı, bütün diğer sanatların amacını gerçekleştirme yönünde hareket ettikleri ve erdemli şehrin bütün fillerinde kendisine yöneldikleri sanat olmak zorundadır. Bu insan bir başka insanın hükmü, yönetimi altına girmesi mümkün olmayan insandır. O, mükemmelliğine ulaşmış ve bilfiil akıl ve bilfiil akılsal olmuş bir insandır.
Dil öğrenelim, evet ama dilimizi de unutmayalım. Ben Türkçeyle yatıp kalkıyorum. Kendi dilimden şaşmam, ona özen gösteririm. Herkesin de bu özeni göstermesi lazım.
Günümüz aşıkları görünmek istiyor. Kıyıda köşede gizlenmek istemiyor, bilinmek, ilan edilmek, ses çıkarmak istiyor. Özlemek istemiyor aşık, hemen kavuşmak istiyor, sevdiğini her an kapsama alanında tutmak, hapsetmek, boğmak istiyor. Aşk, beklemeye tahammül etmiyor. Aşık sevmek değil, sevilmek derdinde. Sevilsin, şu karanlık dünyada kendisine bir ışık dehlizi açılsın, sevilmeye değer olduğunu biri ona söylesin istiyor. Yücelmek için yücelti- yor, sevilmek için seviyor. Istıraba tahammülü yok, yanmaya gelemiyor, varlığını alevde eriten bir pervane yerine kandile sitem okları yağdıran bir pervane olmayı yeğliyor. Gürültü yapıyor. "Ne olur beni sev!" diye ulu orta bağırıyor, sessiz bir ağlayışla yapılmadığı için bu çağrı, masum bir yakarı olmadığı için ötelerden yankı bulmuyor. Aşk artık sessizliğe katlanamıyor. Aşık sanıyor ki ne kadar ses olursa o kadar iyi anlaşacak; çıkardığı sese karşılık bir ses istiyor, iniltisine bir iniltiyle cevap verilsin istiyor. Oysa fazladan sarf edilen her kelime, oluş çabasıyla sınanmamiş her söz, sevgiliyi sırlar mağarasına daha çok çekilmeye mecbur ediyor. Fuzuli sözler aramıza sırlardan bir duvar örüyor. Oysa âşığın feryadı susuşunda gizlidir. "Ancak söylenemeyen aşk aşktır," diye yazmıştı Blake.