Kendi dilinde, kendi kültürünü ve yaşadıklarını ne güzel anlattı belki de Neruda.Ama şiir öyle bir şey ki, onu tam anlamıyla yaşayabilmek için, hem o kültürü teneffüs etmek, hem de şiirin yazıldığı dili iyi bilmek lazım. Yine de tat alırsınız ama o tat, şairin yetiştirdiği meyvenin tadı mıdır, bilinmez.Aralarda başarılı çevrilmiş dizeler var. Ama çeviri olması tabi ki duygu yoğunluğunu tamamen yaşamamıza engel. Yine de güzel duygularını bizlerle paylaştığı için ne kadar teşekkür etsek azdır.
Yayınevinde tavsiyem, sırf sayfa sayısını arttırmak için şiirlerin anlaşılamayan resimlerini koymak yerine, bir sayfaya Türkçesi, karşısına İspanyolcasanı yazarak bassalar çok daha güzel olur.
Çeviri şiiri, amiyane tabirle turşunun içine boca edilmiş çeşme suyunun, turşu suyu olarak içilmesine benzetiyorum. Turşu suyu desen değil, çeşme suyu desen değil. Değişik bir aroma, anlamsız ve belki de tanımsız.
Şiir de öyle değil mi? Kelimeler, cümleler başka dillere çevrilebilir ki bu normaldir. Ancak o kelimelere ve cümlelere verilen his nasıl çevrilecek? Romanda çeviri daha kolaydır. Bizlere yabancı olan bir durum romanda açıklanıp anlatılabilir. Ancak şiirde bu mümkün değildir. Bize uzak olan bir mesele, şairin toplumu için çok anlamlı olabilir. Çeviri şiir budanmış bir ağaç gibi. Gölgelenme fırsatı yoktur maalesef. O yüzden lezzet almak zor. Özelinde bakarsak söz konusu Neruda. Yine de katacağı şeyler var...
Nasıl başlasam bilemiyorum.. o nedenle biraz beyin fırtınası yapayım.
Bu kitabı elime alana kadar, Caravaggio ' nun kazara katil olduğunu, Anne Perry adında bir İngiliz roman yazarının çocuk denecek yaşta cinayet işlediğini, Proust'u yüzeysel olarak bilsem de, eserlerinde işlediği konuların temelinde bu kadar özel hayatına dayanan kısımlar